Cumartesi, Kasım 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe YazılarıProf.Dr. Garip Turunç yazdı:'FANATİZMİN DELİ GÖMLEĞİ'

Prof.Dr. Garip Turunç yazdı:’FANATİZMİN DELİ GÖMLEĞİ’

 

Prof Dr Garip Turunç yazdı:’FANATİZMİN DELİ GÖMLEĞİ’

Fanatizm sözcüğünün Latince kökü tapınak ya da kutsal yer anlamına gelen fanum’dur. Fanaticus, kendini tam anlamıyla aşırı bir çılgınlıkla tapınağa adamış kişileri nitelemek için kullanılan bir sıfattır.

İngilizcede fanatic sözcüğü, dinsel çılgın, hayalci ve mantıksız tutkuları olan kişi anlamında kullanılmaktadır.

Arapça taassup deyimi ise bugünkü anlamda fanatizme karşılık gelmektedir. Taassup isâbe ve asabe ile aynı kökten olup, kelimenin kökünde asılmak, kuşatmak, bağlanmak manaları vardır. İsâbe: Sargı ve cemaat; asabe: Baba tarafından bazı hısımlar, asabiyet ve taassup, taraf tutmak, yan çıkmak, müdafaa anlamlarına gelmektedir. Bu kök manalarından hareketle taassup: İlmî, dinî ve aklî olmayan âmillerin tesiri altında bir görüş, kanaat veya
tarafa sımsıkı bağlanmak, gerektiği halde ayrılmamak mefhumunu anlatmak için kullanılmaktadır.

Türkçe’de bağnaz terimi ile karşılanan fanatik, bir düşünceye, bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başka bir düşünce ve inanışı kabul etmeyen mutaassıp anlamında kullanılmaktadır.

Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, fanatizm bir adanmışlık ya da bir bağlanma biçimidir. Ancak, burada bağlanmanın biçimiyle ilgili bir sorun vardır. Zira etik anlamda bağlanma, kişinin kendini gerçekleştirmesi ve geliştirmesine imkan verirken, fanatik kişinin, akıl ve mantık kurallarını hiçe sayacak kadar tutkulu bağlanışı, kendini kendi görüşünün içine hapsedip, bağlandığının dışındakileri görmezden gelişi ve hoşgörüsüzlüğü kendi
gelişimine engel olmakla kalmayıp, kendi dışındakiler için de bir tehdit unsuru oluşturmaktadır.

TARAFTARLIK DUYGUSUNUN FANATİZME DÖNÜŞMESİ

Türkiye´de siyasi ve sosyal kutuplaşmaların ülkenin geleceğine yönelik ciddi bir tehdit anlamı kazanacak derecede artış göstermesini salt fanatizm veya partizanlık sorunu olarak görmek eksik bir yaklaşım olabilir. Çünkü fanatizmi veya partizanlığı sebep olmaktan çok sonuç olarak görmeye ihtiyaç var. Fanatizmin toplumu gerdiği ve ayrıştırdığı doğru ama fanatizmi üreten de toplumun dinamikleridir.

Türk toplumu ne yazık ki, gerçek anlamıyla millet olamadığı için insanımız da kendini gerçekleştirmesi ve geliştirmesine anlamında birey olamıyor. Binaenaleyh şu ya da bu zümrenin -hatta güruhun- üyesi olarak öbür zümrelerin rakibi veya düşmanı olmak bakımından bir kimlik edinebilen kişiler için ‘toplumsal rol’ bu taraftarlık/karşıtlık bağı tarafından tayin ediliyor. Kendi bağımsız kişiliğini geliştiremediği için grup kimliği
kişiliğinin yerine geçiyor.

Grup mensubiyeti ve grup çıkarlarını savunma güdüsü insan olarak bizim tabiatımızda var. Toplumsal bir varlık olmanın sonucu bu. Ne var ki bir topluluğa aidiyet veya taraftarlık duygusunun fanatizme dönüşmesi, ‘öteki’ olanı düşman olarak algılamaya ve yok etmeye yöneltmesi elbette olumlu görülemez. Zira fanatizm diyaloğun ve müzakerenin ortadan kalktığı, empatinin ve karşılıklı anlaşmanın imkanının tükendiği, rasyonalitenin terk
edildiği bir aşama. Cemil Meriç’in ‘izm’ler için söylediği sözü ödünç alırsak, ‘idrakimize deli gömleğinin giydirildiği’ aşama.

Dolayısıyla taraftarlığın nerede bitip fanatizmin nerede başladığı önemli. Çünkü bu problemli noktanın tespit ve teşhisi yapılamazsa hastalığın tedavisi de mümkün olmayabilir. Şu da var ki bir topluluğun böylesi bir hastalıkla hayatını çok uzun bir müddet sürdürebilmesi zordur. Daha hayati bir evreye geçilmeden teşhis ve tedavi gerekir. Burada liderin rolü önemlidir.

FANATİZM PSİKOLOJİSİNE UYGUN KOŞULLAR

Her topluluğun kimliğini, grup davranışını oluşturan yapısal psikolojik özellliklerinin yanısıra bir de duruma, koşullara özgü psikolojik özellikleri vardır. Her birey kimi zaman fanatik davranışlar gösterebiliyorsa, her toplum uygun koşullar oluştuğunda fanatizm psikolojisine doğru yol alabilir. Nedir bu fanatizmin ortaya çıkışına elverişli, uygun koşullar? Tek cümleyle özetlemek gerekirse, “özellikle yaşanan ortak zorluklar sırasında, toplumsal kimliğin bireysel olanın önüne geçtiği zamanlarda, fanatizm psikolojisine en uygun koşullar ortaya
çıkar.”

Gruba dışarıdan ya da içeriden bir tehdit gelirse, grubun ‘biz’lik duygusu artar, toplumsal kimlik daha belirgin hale gelir ve fark edilir. Bu tehdit gerçek bir tehlike olabileceği gibi, aslında gerçek olmayan, ancak öyle algılanan bir tehdit de olabilir. Savaş dönemleri, açlık, büyük doğal afetler, etnik temizlik, soykırım, sürgün gibi insan eliyle yapılan travmalar, toplumsal kimliğin uyanmasına yol açar ve bireylerin büyük fedakarlıklar yapabilmelerini
sağlar.

Geçmişte yaşanmış ancak tam olarak yası tutulamamış acılar da toplumsal kimliğin öne çıkması için önemli bir ateşleyici olabilir. Zaman zaman büyük gruplarda tarihte yaşanmış acı olaylar sanki olay bugün yaşanmış gibi büyük ve derin duygulara yol açabilmektedir. Buna, Kıbrıs Türkü psikiyatri profesörü Vamık Volkan “zaman çökmesi” adını vermiştir. Zaman çökmesi olduğunda, olay sanki dün yaşanmış, zaman geçmişten gelip “şimdi”nin üzerine çökmüş gibi, toplum içinde çok canlı duyguların yaşanmasına neden olur. Bundan sonra gruptaki bireylerin toplumsal kimlikleri daha da canlanır, grubu simgeleyen semboller ve lidere bağlılık önem kazanır. Grup güncel olayları geçmişin gölgesinde algılar. Dolayısıyla gerçeği olduğu gibi görebilme yeterliliğini kaybeder.

FANATİZMİN SAVUNMA TEPKİLERİ

Burada ortaya çıkan psikolojik durum, sosyoloji ve sosyal psikoloji literatürde “büyük-grup gerilemesi” (regression of large-group) adı verilen olguya işaret eder. Büyük gruplar, toplumlar da zor durumlarda tıpkı bireyler gibi bir gerileme (regression) yaşarlar; ancak insan ve topluluk yaşamının erken dönemlerinde görülebilecek, bu nedenle ilkel (primitive) denen, “fanatizmin psikolojisi” savunma tepkileri verirler. Grup, gerileme içine girdiğinde yapıcı (olumlu) dinamiklerin yerine yıkıcı (olumsuz) olanlar ön-plana geçmeye başlar.

Lider ile grup arasındaki bağımlılık artar ve liderin gücü kanıksanır, sorgulanmaz hale gelir. Topluluk, ahlaki değerler açısından daha mutlakçı ve cezalandırıcı bir moda geçer. Kurallar katılaşır, uymayanlar sert şekilde cezalandırılır. İnanç dizgesinin dışında kalan değerlere sahip ötekiler tüm-güçlü bir tarzda düzeltilmeye, doğru yola getirilmeye uğraşılır.

AKP’li Belediye Başkanı Örneği : Kocaeli’nin Başiskele Belediyesi Başkanı AKP’li Mehmet Yasin Özlü ; “Vallahi iyi ki Erdoğan gibi bir liderin izindeyiz. Ya CHP’li olsaydık, Allah korusun. Bakın Erdoğan öyle bir lider ki… Bu CHP’liler var ya bu CHP’liler, eğer Erdoğan gibi bir liderleri olsa Atatürk’ün bütün heykellerini yıkarlar. Paralardan Atatürk resmini kaldırırlar, giderler onun heykelini dikerler” diyor.

Erdoğan’ın liderliğindeki CHP’lilere Atatürk’ün heykellerini yıkmasını, paralardan adının kaldırmasını öneren Özlü, sözünün nereye gittiğinin bilincinden de yoksun…

1980 doğumlu Özlü, cahil/fanatik takımından da değil, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nü bitirmiş, yüksek lisansını Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Bölümü’ndeyken sunmuş…

Sayın Özlü, bu sözleri ederken onca öğrenimden sonra nasıl oluyor da baltayı taşa vurduğunuzun ayrımında olamıyorsunuz?

Hakikati anlamak için, özgür ve özgürlükçü olmak: “BEN” olmak için ‘boş-saf’ olunmalı. Fanatizmin deli gömleğinin giydirdildiği ezberlerle ve öğretilmişlikle düşünmek yerine, kavramların anlamının “anlamı” üstünden düşünmek, İnsanı özgür kılan ve özgürleştiren şeydir.

Mürit olmak çok basit ve kolay; çünkü kalabalık içinde ‘önemli’ olmak için ruhunu, vicdanını ve bedenini feda edip aklını ipotek altına alarak sana gösterilen perdeye bakarsın. Özgür olup düşünmek ve ‘kendin olarak kendin olmak’ çok zordur. Özgür olduğunda tek başına, yalnız, ruhun ve vicdanınla baş başa, duvarın ötesine bakarsın, kimsenin görmediğini görürsün.

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER