Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe YazılarıProf. Dr. Garip Turunç Yazdı: “Korku, Ahlâki Çürüme ve Șiddet Çağı“

Prof. Dr. Garip Turunç Yazdı: “Korku, Ahlâki Çürüme ve Șiddet Çağı“

Albert Camus‘nün 1946 yılında Paris’te Combat gazetesi için kaleme aldığı “Ne Kurban, Ne de Cellat” adlı denemesinde, daha doğrusu bu denemenin “Korku Çağı” başlığını taşıyan bölümünde şöyle der:

 

“Şu son yıllarda gördüklerimiz bizde bir şeyi kırdı. Bu şey, insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırdı bizi. Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanları küçülttüler öldürdüler, sürdüler, işkencelere soktular. Ve hiçbir kez, bunu yapanlar, yaptıklarının kötü olduğuna inandırılamadı. Çünkü kendilerine güveniyorlardı. Çünkü, soyut bir kafa, yani bir ideolojinin adamı başka bir şeye inandırılamaz.”

 

Son zamanlarda bizde de şiddetli bir şekilde kırılan şey ahlak, vicdan ve adalet duygusu olsa gerek. Buna neden olanlar ise Camus’un da belirttiği gibi yaptıklarının kötülüğüne asla inanmıyorlar.

 

***

 

AKP iktidarının ve destekçilerinin toplumu getirdiği en olumsuz ve yıkıcı sonuçlardan biri ahlak dediğimiz değerin yok edilmekte oluşudur.

 

Ahlak, bilindiği gibi, doğruluk, dürüstlük ve erdemin bütünlüğüdür. Bu değerlerin, ülke yönetiminden başlayarak aşırı derecede aşınması sonucu oluşan ortamın toplumsal yaralar açması kaçınılmadır. Hukukta yaşanan olumsuzlukların, demokratik duyarlılık yokluğunun ve iç denetim eksikliğinin beslediği ahlak yıkımı, düşünce yaşamından ekonomiye, basın-yayından üniversiteye toplumsal yapının tamamını bir ahtapot gibi sarıyor. Özellikle kamu ihaleleri, kamuya ait doğal kaynakların ve tesislerin yağma edilircesine satışı, kamuda işe almalarda sergilenen yandaş yaklaşımı, son zamanlarda yeni boyutlar kazanıyor.

İktidarın çevresinde kümelenen kimi üst düzey bürokratın “ dört-beş yerden” maaş almalarının, bu maaşların yasa ve yönetmeliklere uygunluğundan ve yüksekliğinden bağımsız olarak, ahlaki açıdan onaylanır hiçbir yönü yoktur ve olamaz.

İktidar bu yapılanların bir kötülük olduğununa inanmıyor ve bu konuda tam bir duyarsızlık gösteriyor; daha doğrusu, başta basın-yayın olmak üzere toplumun ses çıkarması gereken kesimleri çok büyük ölçüde iktidara bağımlı kılındığından, meslek kuruluşları ve sendikalar ise zayıflatıldıklarından, duyarsız kalabiliyor. Daha da ahlak dışı olan ve siyasal ekonomi açısından asla gözden uzak tutulmaması gereken yüksek çoklu yüksek maaşların yoksul halkın ödediği vergilerden karşılanıyor olmasıdır. Özetle, ahlaksızlık, ekonomiyi de, siyaseti de çürütüyor!

 

***

Toplum olarak karanlık bir kuyuya düşer gibiyiz… Dibini göremiyoruz ! Ülke zorda, hatta darda. Elde ne varsa yazlık ve kışlık sarayların yapıldığı dönemde sata sata pek bir şey de kalmadı açıkçası.

 

Enflasyonu kontrol edilmiyor, işsizlik almış başını gitmiş, gelir dağılımı Cumhuriyet tarihinin en kötü günlerini yaşıyor, rezervler eksiye dönmüş, kur uçuşa geçmiş…

 

Ülkede yalınız ekonomi değil, hukuk ta bozuldu ! Sakat olan demokrasi daha çok topallamaya başladı. Adaleti çolak bıraktık, AYM kararlarını, AİHM kararlarını tanımadık. Gerekirse yok hükmünde gördük. Alt mahkemeler üst mahkemeleri tanımaz hale geldi.

 

Liyakatsizlik, utanmazlık aldı yürüdü ! Ulus olarak özümüzdeki iyi nitelikleri büyük oranda kaybettik ! Yozlaşma, soysuzlaşma, bozulma, ahlâki çürüme arttı !

 

Türkiye, günlerdir 6 yaşındaki kız çocuğunu 29 yaşındaki müridiyle evlendiren Hiranur Vakfı kurucusu tarikat şeyhi Yusuf Ziya Gümüşel‘in marifetlerini konuşuyor. Küçük kıza tecavüz edildiğini fark edip ihbar eden bir hekimin öncülüğüyle açılan soruşturmada, kemik yaşı tespiti için nasıl küçük kızın yerine 21 yaşında bir kadının sokulduğunu, göz var izan var demeden savcıların hakimlerin olayı nasıl örtbas ettiklerini… Bırakın dindarlığı, kelimenin tam anlamıyla insanlığın yüz karası bir örnekle karşı karşıyayız.

Toplumu kutuplara ayırıp, karşıt görüşler arasındaki kin ve nefreti körüklediler ! Bizim dışımızdaki herkesi düzenli ve sistematik bir şekilde dışladık. Farklı yaşayan, farklı düşünen ne varsa ya kaçırdık, ya küstürdük, ya üzdük, ya yumrukladık, ya kelepçeledik, ya keyfimize sıkıntı yarattık. Kadınlara da azınlık gibi davrandık. Bakanlarımızı Instagram üzerinden affettik. Ortadan kaybolan bakan ürettik.

 

Mafya babalarıyla, Tarikat Vakifları yöneticileriyle el ele dolaştık, işimize gelince sessiz kaldık, sap dönünce yalanladık. Rantta yeni boyutlar açtık. Gün geldi başka ülkelerinin ambargolarını deldik. Cari açığı kapatan vatansever tosunlar yarattık. Kendi haberlerimizi kendimiz ürettik.

 

En büyük tahribatlardan birisi de, fiili ve simgesel şiddetin yaygınlaşması, sıradanlaşması, tepeden tırnağa ülkeyi kuşatmasıdır.

***

Güneydoğu’da şiddet, devlette şiddet, örgütte şiddet, mahkemelerde şiddet, emniyette şiddet, mecliste şiddet, hayvanlara şiddet, kadına şiddet, icrada şiddet… Bunların hepsi “garip bir siyaset” adına yapılır; erkeklik, milli mesele, devlet işi, milli çıkarlar, topluluk faydası, mağdur faydası gibi söylemlerle ve ödüllendirici yaptırımlarla meşrulaştırılmaya çalışılır.

 

Yansımaları da izleyin. Şiddet ve şerirlikle bezenmiş bu gündeme ilişkin yorumlarla kaynıyor ortalık. Televizyonlarda, gazete sayfalarında; aynı siyaset ve devlet arenasında olduğu gibi sembolik ve filli şiddet, siyaset üzerinden sıradanlaştırılarak yüceltiliyor, şiddetten siyaset üretiliyor.

Yaptıkları mitinglerde iktidar karşıtlarına ”kanınızda duş yapacağız“, siyasi – ekonomik tartışmada taraflardan birilerine “Köşeleriniz mezarlarımız olur” deyebilen ve dedikleri yanına kalan insanların ülkesi burası..  Saldırıya, tacize uğrayan siyasi parti genel başkanlarına, “bunlar daha iyi günleriniz” diye seslenen cumhurbaşkanlarının diyarı..

Çaresiz bir iktidarın başlattığı şiddet döneminin en korkunç son örneklerinden biri de bütçe görüşmesinin TBMM Genel Kurulu’da yumruklu bir kavgaya dönüşmesine şaşılacak bir durum  yok. İyi Partili milletvekilini hastahenelik eden, ölümün kıyısına kadar getiren yumruğu atan AKP’li milletvekili, sahibine göre davranıyor. Onu o salona sokan iradenin gözüne girebilmesi için kendince seçtiıği yol buydu.

Albert Camus’nün söz ettiği bu zihniyetin yeni sahiplerinin elinde hafiflik, dilinde utangaçlık da yok. Rol ayrımına meydan okuyorlar; yargılıyor ve tahakküm kuruyorlar. Aslında yaptıkları, el attıkları her şeyi tahrip etmekten başka bir şey değil.

Basın faaliyeti, eleştirel, fikri duruş bile şiddetten esin almaya başlamışsa, siyasetin kişilere endeksli olması neden şaşırtıcı olsun?

2023 seçimleri demokrasi ve hukuk bakımından gerçekten “olmak ya da olmamak” seçimlerini ifade ediyor.

 

 

 

 

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER