Eğitim İş Hatay 1 Nolu Şube Başkanı Mustafa Günal, İlk yarı tespit tutanağına göre, Eğitim’in de Eğitimci’nin de yaralı olduğuna dikkat çekti.
Yarı yıl sonu dolayısıyla İlk yarı tespit tutanağını değerlendiren Eğitim İş Hatay 1 Nolu Şube Başkanı Mustafa Günal, şu ifadelere yer verdi:
“2022-2023 eğitim-öğretim yılının ilk döneminde eğitim, önceki eğitim dönemlerinden farklı olarak sadece AKP iktidarının gericileştirme politikalarına maruz kalmamış, aynı zamanda ekonomik krizin elinde tam anlamıyla can çekişmiştir. Eğitimde AKP iktidarının yarattığı ve yıllardır çözüm iradesi gösterilmediği için kronikleşen sorunlar büyümüş ve bu sorunlara yenileri eklenmiştir.
2022-2023 eğitim-öğretim yılının ilk döneminin hasar kaydı şu şekildedir:
İhtiyaç duyulan sayıda derslik ve okul (yine) inşa edilmedi. Örneğin bir ilimizde deprem sonrası yenisi yapılmak için yıkılan 83 okulun inşaatına dahi başlanmadı. MEB’in ihaleye çıktığı 183 okul inşaatı, şirketler karlı bulup tenezzül etmediği için iptal edildi. Büyükşehirlerde bile yüzlerce okula birkaç okulu dolduracak sayıda öğrenci sıkıştırıldı. Eğitim vardiyalı ve daha niteliksiz hale getirildi.
Okul içinden okul çıkarma sihirbazlığıyla ikili ve taşımalı eğitim garabetleri, kalabalık sınıflarda eğitim sorunu devam etti. Çocuklarımız sabah ışıklar açılacak kadar karanlık, birçok yerde 50-60 kişilik kalabalık sınıflarda, uykusuz ders dinlemeye, akşamın geç saatlerinde evlerine dönmeye mahkum edildi.
Derin yoksulluk yaşayan veli ve öğrenciler, sosyal devlet ilkesine uygun politikalar belirlemeyen yöneticiler yüzünden çok zor bir dönem yaşadı. Çocuklarımız musluklardan su içti, aç karnına derslere girdi. Ailesi varlıklı öğrenci ile ailesi yoksul öğrenci arasındaki makas, kapanması çok zor bir biçimde açıldı. 4 çocuktan 1’i okula aç gidiyor. Yine 4 çocuktan 1’i düşük kilolu, 4 çocuktan 3’ü ise kansızlık problemi yaşıyor. Oysa Cumhurbaşkanlığı’nın günlük harcaması için ayrılan 18 milyon TL, yol ve köprü garanti ödemeleri ile yurttaşların fayda sağlayamadığı hasta garantili şehir hastaneleri için ayrılan 100 milyar TL ödenek ile bütün çocuklarımızı beslememiz mümkündü.
Onca skandala rağmen dernek/vakıf maskesi takmış tarikatlar eğitimde cirit atmaya devam etti.
Karma eğitimi ortadan kaldırma girişimleri arttı. Devletin resmi memuru niteliğindeki imamlar dahi karma eğitim karşıtı vaazlar verir hale geldi.
Örgün öğretimde kayıtlı 17 milyon 417 bin öğrenciden 232 bin 152’si örgün öğretimi terk etti. İlkokul, ortaokul, lise yaşındaki 280 bin çocuk ise okullara hiç kayıt olmadı. Toplam 512 bin 152 öğrenci eğitimden koptu. MEB, bu çocukların takibini yapmadı. Zorunlu eğitim lafta bırakıldı.
Çocuk işçi sayısı arttı. TÜİK çocuk işçi sayısını 520 bin olarak açıkladı. Ancak çalışma hayatında 2 milyona yakın çocuk işçi bulunmakta ve çocuk işçilerin yaklaşık yüzde 80’i kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Türkiye’de çocuk işçiliği ve iş cinayetleri raporuna göre, 2013’ten bugüne kadar en az 811 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.
Mesleki eğitim adı altında yüzbinlerce öğrenci eğitimden koparılıp sermayeye ucuz işgücü oldu. Öğrenci sayısı 1 milyon 33 bine ulaşan MESEM’ler devlet eliyle çocuk işçiliğin yasal kılıfı, kamu kaynaklarının yandaş şirketlere peşkeş çekilmesinin aracı oldu. Yalnızca bir ilçemizde, MESEM’de kayıtlı çocuklarımız, el ve ayak kopması gibi ciddi 5 iş kazası yaşadı.
Bütçeden, Milli Eğitime ayrılan pay, bu yıl daha da düştü. Belirlenen trajikomik bütçe, hükümet için eğitimin önem sırasında ne kadar arkalara itildiğinin de en güncel ispatı oldu. Ülkenin geleceği olan çocuklarımıza “Okursan bu güzel Cumhuriyet’te her şey olabilirsin” diyebilmesi için kurulan Milli Eğitim Bakanlığı, yoksul ailelerin çocuklarına pişkince “işçisin sen işçi kal” dedi ve patronlardan alkış topladı.
Eğitimdeki barınma sorunu daha da derinleşti. KYK yurdu inşa edilmediği ve özel yurtlardaki fiyatlar otel konaklama fiyatlarıyla yarışır hale geldiği için üniversite öğrencilerinin barınma sorunu geçen yıllara göre ağırlaştı. KYK yurtları tamamen doldurulduğunda üniversite öğrencilerinin ancak %18’i yerleşebildiğinden, birçok öğrenci tarikat yurtlarına mecbur bırakıldı. Gençlerimiz yersiz yurtsuz bırakıldı.
Bilimsel ve özerk şekilde faaliyet göstermesi gereken üniversitelerde siyasi baskı arttı, antidemokratik yöntemlerle rektörler atandı; üniversitelerin uluslararası alanda saygınlığı ve başarı oranı daha da düşürüldü. Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında üniversitelerimiz ilk 400’de bile yer alamadı. Ülkenin geleceğinden ve saygınlığından çalındı.
Öğretmen açığı kadar dahi öğretmen ataması yapılmadı. Öğretmenin elinden çiçek bile almayan bir Milli Eğitim Bakanı ile, öğretmen talebini ilettiğinde dudağını ısırarak arkasını dönen bir Cumhurbaşkanı’nın görmezden geldiği atanmayan öğretmen ordusu daha da büyüdü.
Eğitim emekçisini değersizleştirme ve emeğini görmezden gelme politikaları, Öğretmenlik Meslek Kanunu’ndan ibaret kalmadı. YÖK’ün aldığı kararla, eğitim fakültelerinin dışında da farklı alanlarda öğrenim gören öğrencilerin pedagojik formasyon eğitimini “seçmeli ders” olarak almasının önü açıldı. Alanında gördüğü eğitime rağmen atanmayan öğretmen sayısı 1 milyona yaklaşmışken, pedagojik formasyon basitçe dağıtılabilecek bir hale getirildi. Umut tacirliği yapıldı.
Okullara kadrolu yardımcı personel ısrarla atanmadı.
Ücretli ve sözleşmeli öğretmen ayıbı sürdürüldü, Anayasal bir hak olan güvenceli çalışma hiçe sayıldı. Asgari ücretin altında bir ücretle öğretmen çalıştırılarak devlet eliyle suç işlendi.
Öğretmenlik Meslek Kanunu ile öğretmenler ayrıştırıldı, çalışma barışı bozuldu, öğretmenlerin ekonomik ve özlük hakları sınav ve kariyer odaklı hale getirildi.
Özetle; Dünya ülkelerine bir memlekette eğitimin kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp meta haline getirilmesinin, gericileştirilmesinin ve gerici unsurlara arka bahçe yapılmasının, eğitimin öncelikler listesinde en arkalara itilmesinin sonuçlarını anlatan bir film yapılmak istense, ne yazık ki bu yarıyıl o yapıma fragman olabilecek kadar ibretlerle doludur.
Bu yarıyılda yaşananlar da bir kez daha göstermiştir ki: çağdaşlık ve emek düşmanı bir yönetim anlayışı nedeniyle eğitim, hastalığı her dönem biraz daha ağırlaşan bir insana dönüşmüştür. Dünyada Başöğretmen unvanlı bir liderin kurduğu tek ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nde ülkenin geleceği için tehlike çanları çalmakta, ülkenin geleceği olan öğrenciler eğitimsizliğe itilmekte ve geleceğin mimarı olan eğitim emekçileri itibar saldırısına uğramaktadır.
Bu hastalığın tek tedavisi ise Eğitim-İş’in her zaman savunduğu gibi bilimsel, laik, çağdaş, adil ve kamusal bir eğitim sistemini inşa etmektir.
Bu yüzden Başöğretmen’in izindeki eğitim neferlerinin bir araya gelerek oluşturduğu Eğitim-İş olarak bu yoldaki mücadelemizden, gelecek için verdiğimiz kavgadan asla vazgeçmeyeceğiz.”