Hayatımız duralı tam 36 gün oldu. Birçoğumuz hâlâ bir felaket küresinin içinde sallanıyoruz. Yaşadığımız bu kürede yıkıntı var, enkazlar var, toz duman var, çadırlar var, soğuk, çaresizlik, ölüm, acı var! 85 milyonun başı dönüyor sarsıntıdan. Hayatını kaybeden canlarımızın, henüz bulunamayan kayıplarımızın, evsizlerimizin, öksüzlerimizin, yerle bir olan şehirlerimizin ve kaybolan kültürel mirasımızın acısı bir taraftan kalbimizi ince ince oyarken, diğer taraftan her gün felaketin başka bir boyutuyla, başka bir skandalla yüzleşip travmatize oluyoruz. Topluca nefes alamaz hale geliyoruz…
Binlerce kilometre uzaklardan TV reportajlarında izlediğim Hatay’ımdaki manzara ürkütücü. Depremin vurduğu diğer hiçbir kentte olmadığı kadar ürkütücü. Çocukluğumun, gençliğimin şehri Antakya, merkezinde Köprübaşı’nda hummalı bir çalışma var. Kamyonlar durmaksızın moloz taşıyor. Oraya yakın, ağır hasarlı binalar, yan yatmış binalar yıkılmış.
Hataylı hemşehirlilerimin neredeyse üçte biri başka kentlere göçmüş. Geriye kalanların bir bölümü çadırkentlerde, bir bölümü bağevleri ve köylerde. Herhangi bir ekipte yer almadığı ya da hasarlı evinden eşya çıkartmadığı sürece Hataylılar’ımı sokakta görebilmek mümkün değil. Zaten çıkıp ne yapabilir ki? Evler, apartmanlar, dükkânlar, ne varsa ama ne varsa yıkık.
Tüm olumsuzluklara rağmen bazı kişiler, ağır hasar almayan ve gözle görülen noktalardaki duvarlara yazdıkları yazılarla halkıma moral vermeye çalışıyor. Sprey boyayla duvarlara yazılan ‘Hatay’ı terk etme!’ ‘Geri döneceğiz Hatay!’, ‘Her şey güzel olacak, gitmedik burdayız!’, ‘Seninleyiz Hatay!’ gibi yazılar umut ışığı oluyor insanlarıma. 4 katlı olduğu öğrenilen ve depremde yıkılan binanın altında yazılan ‘Yıkılma Hatay Biz Varız’ yazısı duygulandırıyor.
***
Samandağ’da, depremin üzerinden beş hafta geçti ancak çadır yok. İnsanlar 30-40 kişi sera çadırlarında kalmaya devam ediyor. Valilik, sosyal medyadan yayılan “Su yok” paylaşımlarını kara propagandadan cezai işlem göreceğini duyurdu. İçme suyu ancak bu feryatlardan sonra gelmeye başladı. İBB depreme bölgesine 100. içme suyu sevkiyatını dün yola koydu. Hamidiye Su Genel Müdürü Hüseyin Çağlar’ın açıklamasından aktarıyorum. İstanbul Valiliği ve AFAD’ın görevlendirmesiyle, bir aydır hergün ortalama 3 TIR pet suyu göndermişler. Bütün afet illerine… Dün itibariyle de 100. TIR, Hatay AKOM lojistik deposuna ulaşmış. 100 TIR pet su, yaklaşık 3 bin ton içme suyu demekmiş. Şimdi de insanlar “ya biterse” korkusuyla yaşıyor. Zira içme suyunun yedeği yok, biterse, hemen bulabileceğinin garantisi yok.
Aş evleri durmaksızın “Yardıma devam edin” diye mesaj gönderiyor… İnsanlar daha şimdiden “unutulmaktan”, gündemin siyasi başlıklarının depremin önüne geçmesinden yakınıyor. Temel yaşam ihtiyaçlarıyla birlikte depremin vurduğu kentlerde yaşamaya çalışan çocuklar ve gençler temel eğitimden de yoksun brakılmış durumda. Zira, evet, devletin bütün olanaklarını burada seferber etmesi gerekir ancak yardımlar büyük ölçüde azalmış durumda.
Çadır hâlâ büyük bir sorun. AFAD’a gidip almak mümkün değil zira çadırlar muhtarlara dağıtılıyor. Muhtarlar, çadırları, verdikleri kişiye zimmetliyor. Zimmet, kullandıktan sonra çadırın iade edilmesini anlamına geliyor. Zaten çadır bulamayanlar, “ya zarar görürse de iade edemezsek” tedirginliği yaşıyor. Ama zaten çoğunlukla bu tedirginliğe de sıra gelmiyor zira muhtardan “Çadır hazır” yanıtını almak çok güç.
***
Hatay’ın Defne ilçesinde gönüllü mühendislerin altyapının hazır olmaması nedeniyle uyardığı, depremzedelerin ise koşulların kötü olmasından şikayetçi olduğu Dersunlu Kampı, bu haftanın ikk gününde (6 Mart) başlayan kuvvetli rüzgâr ve yoğun yağıştan olumsuz etkilendi. Ruzgâr nedeniyle kamp alanındaki birçok çadır devrildi ya da brandaları söküldü. Yağmur ise çadırların ve kamp alanının su ve çamur içinde kalmasına neden oldu.
Antakya’daki Sevgi Parkı’ndan Dursunlu Çadır Kampı’na taşınan bir depremzede, gece boyunca süren fırtına ve yağmur nedeniyle çadırının sular içinde kaldığını anlatıyor bir TV Mühabirine:
“Biz, Sevgi Parkı’ndaydık. Oradaki çadırımızı [AFAD’ın verdiği] getiremedik. Buraya kuramıyacağımızı söyledi yetkililer. Bize bu çadırları verdiler. Bunlar da sera çadırları, hepsi naylon. Yağmur ve fırtına nedeniyle gece saatlerinden sabaha kadar sular içinde kaldık. Çadırın tavanı su iççnde. Eşyam, yatağım her tarafı… Panelleri koydum, fırtınadan onlar da düştü.”
Yoğun yağış sonrası kamp ve çevresinin çamur içinde kaldığını belirten depremzedeler, yemekhaneye ve tuvaletlere gitmekte zorlandıklarını söylüyor. Sabah saatlerinden itibaren alanda bulunan askerlerden ve yetkililerden yardım istediklerini kaydeden depremzadeler, bu çağrılarına henüz bir yanıt alamadıklarını belirtiyor. Dursunlu Çadır Kampı’nda kalan Hatay Asker de TV Mühabirine; “Tüm bu çadırlar sırayla uçtular. Biri de çocukların üzerine düşmek üzereydi. Oradan öyle uçtu ki, çadır kent değil resmen burası paraşüt kent oldu” ifadelerini kullanıyor. Öte yandan bazı depremzadeler de çadırlarındaki sorunları kendi imkanlarıyla gidermeye çalışıyor.
“Enkazdan üç gün sonra çıktım” diyor biri. Bir başkası, komşusunun nasıl enkaz altında yaşamını kaybettiğini anlatıyor. Dokunulmayan sokak ve caddelerdeki enkazın altında hâlâ cenazeler olduğunu savunan çok kişi var. Kurtarma çalışmaları sırasında enkaz altında insanların yaşamını yitirdiğini söyleyen de. Ve kayıp ilanları. Sokaklarda, köprülerde, direklerde asılı ilanlar. Her insan acı bir hikâye demek orada.
***
Hatay’ımı, kentin kalbi Antakya’mı görenler, bu kentin ayağa kalkması için olağanüstü bir çabanın yeterli olmayacağını anlar. Bir seferberlik, olağanüstü çabanın da ötesinde bir daynaşma gerekiyor memleketimi ayağa kaldırabilmek için. Sadece, zaten yıkılmış binaların bütünüyle yıkılmasının, kentin molozdan temizlenmesinin ne kadar zaman alacağını tahmin edebilmek bile güç. Zira bir cadde, bir sokak, bir ilçe değil sözünü ettiğimiz yıkıntı. Bir kent, koca tarihi bir kentin ayağa kaldırılması gerekiyor.
Türkiye, insanların yaşananların unutulmaması için birbirlerine sürekli tembihte bulunduğu bir ülke. Ancak bu kez, birbirini uyarmaya gerek kalmadan unutulmaması gerekiyor. Hatay’ın, diğer deprem kentleri gibi aklın büyükçe bir tarafında tutulması şart. Zira depremden bir ay küsür bir süreçten sonra açıkça görünüyor ki biraz olsun unutursak, Hatay bir kez daha büyük bir kalp yarası alacak.
Bu son günlerde felaket küresinin baş döndüren sallanma hızı biraz yavaşlıyor. İçimde başka bir Hatay, başka bir Türkiye hayali yeşermeye başlıyor. Yıllar sonra eğitim sisteminin, hukuk sisteminin, yargının tıkır tıkır işlediği, topraklarımıza yeniden adaletin geldiği, ekonominin düzeldiği, gençlerin umut olduğu, halkın refah düzeyinin yükseldiği, ülkemizin her yerinde kentsel dönüşümün, depreme karşı iyileştirme ve güçlendirme çalışmalarının yapıldığı, doğanın katedilmediği, yeşile saygı duyulduğu, rantın, kayırmacılığın, hırsızlığın, haksızlığın bittiği, gidenlerin geri döndüğü bir Hatay, bir Türkiye…. Öyle hasretiz ki o gelecek günlere…
O güne kadar ilgimizi, alakamızı deprem bölgesine, depremzade canlarımızın ihtiyaçlarına çevirmeye, kayıplarının acılarıyla uğraşırken elimizden geldiğince onların yaralarını sarmaya, sorumlu vatandaşlar olarak bu felakete sebep olanların takipçisi olmaya devam edeceğiz. İlk ve birincil görevimiz bu. Sonra, yavaş yavaş, içinde yaşadığımız bu felaket küresini hep birlikte, el ele durduracağız, onaracağız, içine güzel, sağlam binalar, parklar, bahçeler, bahçelerde oynayan mutlu çocuklar koyacağız. Topluca travmatize olan ülke için bugün umutlu bir gün. Büyük usta Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Umut binbir ayaklı. Umut güneşte saklı. Umut edenler haklı. Umut insanın hakkı…”