Gün olmuyor ki her gün yeni bir skandala uyanmayalım. Her biri yönetim kademelerini derinden sarsacak ve değiştirecek olaylar adeta hiç yaşanmamış gibi unutulup gidiyor. Son bir haftada yaşananlara baktığımızda dahi aynı sonuca varmak mümkün. Ne yazık ki hiçbir şey yöneticilere yapışmıyor. Ülkenin tüm kurumlarında yaşanan çöküşün bir sonucu da ikiyüzlü riyakar siyaset anlayışının artık bir karaktere dönüşmesidir. Bu vahim durumu son günlerin gündeminde olan üç gelişmeyle izaha çalışayım.
Milli İrade Yalanı
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan kararname ile Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül görevden alındı. Bilindiği gibi daha önce de dört muhalif Belediye’ye kayyım atanmıştı. Kayyım uygulamasının yaygınlaşacağına dair beyanlar ise Türkiye’nin demokratik hukuk devletinden çok uzaklara düştüğüne dair kaygıları arttırıyor.
Seçilmiş belediye başkanları yerine atanmışları görevlendirme siyaseti böylece üçüncü döneme taşındı. Seçme ve seçilme hakkını ihlal, AK Parti iktidarında ‘sürekli’ bir uygulama haline geldi. Bu haksız uygulama, Anayasa’ya, demokratik toplumun gereklerine aykırı olup, seçme ve seçilme hakkının özünü zedelemektedir.
Milli iradeye saygı gösterilmesi gerektiğini en çok dillendiren ama tamamen aksine uygulamalarıyla cumhuriyet tarihinde milli iradeyi en çok ihlal eden parti olmak, AK Partiye nasip oldu. Milli iradeye saygı nutukları atarken, halkın seçtiklerini görevden almayı kanıksayan bir iktidarın karakteri en hafif değimle ikiyüzlüktür.
Kaldı ki FETÖ ile uzun süre aşk yaşayan, kanlı terör örgütü Hizbullah’ın hamilerine kucak açan ve nihayetinde Öcalan’ı meclise davet eden bir yapının sandıkta kazanamadığı belediye başkanlarını “terör” ile iltisaklı bahanesiyle görevden alması siyasi ahlakın yerlerde süründüğünü göstermektedir.
İsrail’le Ticaret Bitti mi?
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının açıklamasına göre İsrail’le her türlü ticaret bitti. Aynen aktarıyorum; “Türkiye Cumhuriyeti, 2 Mayıs 2024 tarihinde İsrail’le ilgili ihracat ve ithalat işlemlerini tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurmuştur.” Aynı açıklamada Filistin topraklarındaki ihtiyaçlara yönelik sevkiyattan bahsediliyor.
Bu açıklamalara inanmak mümkün mü?
Saray iktidarı İsrail’in Gazze saldırıları başladığında “ ticaret yapıyorsunuz” eleştirilerini ısrarla ret etmiş ve nihayetinde 6 ay sonra bu faaliyeti kabul etmişti. Saray iktidarının bu konuda sicili temiz değil. Şimdi de Filistin üzerinden israil’e mühimmat dâhil sayısız malzeme taşıyan gemilerin Türkiye tarafından gönderildiği iddia edildi. Nihayetinde Azerbeycan tarafından İsrail’e gönderilen petrolün Türkiye üzerinden gittiği açıklanınca Ak Parti sözcüsü vanaları kapatamayacağını itiraf etti. Böylece iddialar belgeleriyle ortaya konuldu.
Özetle sarayın İsrail politikasında da bir yandan kınama bir yandan dolaylı yolla harıl harıl ticaret yaparak ikiyüzlü bir tutum sergiliyor. Bu tutumu inanarak ve hilafı hakikat beyanlarla savunarak ikiyüzlülüğü bir karaktere dönüştürüyor.
Netenyahu Türkiye’ye Gelirse Tutuklanacak mı?
Uluslararası Ceza Mahkemesi (kısaca UCM), kuruluş belgesi Roma Statüsü olan, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakan uluslararası bir mahkemedir. Roma Statüsü’ne taraf ülkeler için bağlayıcı olan UCM kararları, küresel adaletin sağlanmasında önemli bir araç olarak öne çıkmaktadır. Türkiye bu mahkemenin kararlarını Roma Statüsüne üye olmadığı için tanımak zorunda değildir. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hakkında UCM tarafından çıkarılan tutuklama kararı hakkında iletişim başkanlığı bir bildiri yayınladı. Aynen aktarıyorum;
“ Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a göre, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından çıkarılan Netanyahu ve Gallant hakkındaki tutuklama emri, “cesur” bir hareket ve “insanlığın adalet sistemine olan güveninin yeniden kazanılması açısından önemli.” Saray iktidarı üye ülkelerin tutuklama kararına uymalarını talep ediyor. Ancak siyasi iktidar Netenyahu Türkiye’ye gelirse (gelmeyeceğini bildiği halde) tutuklanacağını ilan etmedi. Bu konuda da İsrail’le ilişkilerde “hassas” davranmaya devam ediyor.
Diğer yandan Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin üyesidir. AHİM kararlarına uymak zorunda olduğu halde bu kararların bazılarına uymamaktadır. AHİM’in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararları hatıralardadır. Uluslararası yargı kararlarına ve hatta kendi Anayasasına ( Can Atalay kararı) uymayan bir iktidarın samimiyetinden söz edilemez.
Aynı samimiyetsizliğe yakın tarihimizden bir örnek vererek bitireyim.
Sudan’da hükûmet tarafından kurulan ve desteklenen milis kuvvetleri tarafından Darfur nüfusunun üçte biri -yaklaşık 2 milyon insan- zorla yerinden edilirken, yüz binlerce insan öldürülmüştü. Netanyahu ve Gallant ile aynı suçlardan hakkında dava açılan Sudan’ın darbeci eski devlet başkanı Ömer El Beşiri, Türkiye’ye geldiğinde İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) başta olmak üzere pek çok sivil toplum örgütü ve pek çok ülke “Türkiye’ye sokmayın, girerse tutuklayın” çağrısında bulunmuştu. Bu karara uymamış ve Erdoğan ile sıkı bir dostluk sergilemişlerdi.
Özetle gerek uluslararası mahkemelerin kararlarına uymada gerekse iç politikada samimiyetten uzak ikiyüzlü politikaların ete kemiğe büründüğünü ve Saray iktidarının siyaset anlayışının ikiyüzlülükle, riyakârlıkla şekillendiğini gözlemliyorum. Bu siyaset anlayışının toplumsal ahlakı tahrip ederek sosyal yaşamın tüm alanlarını, tüm devlet kurumlarını çürüttüğünü özellikle vurgulamak istiyorum.