Deprem Suçlularını Yargıdan Kaçırma Sanatı
Başlıkta sanat kavramını kullanınca klasik müzik sanatının zirvesindeki isimlerden biri olan Mozart’ın “saraydan Kız kaçırma ” operası aklıma geldi. Türkiye’de binlerce defa sahnelendi. Benim de en sevdiklerimden. İncelikli ezgisi ve sözleriyle Mozart’ı zirveye taşıyan eserlerinden biridir. Konu Akdeniz’de bir Osmanlı sarayında geçer. Eserde Türklerin merhametini Selim Paşa, acımasız karakterini ise harem bekçisi Osman üzerinden anlatılıyor.
Deprem suçu işleyen kamu görevlilerin yargı önünde hesap vermemesi için öyle incelikli hesaplar yapıyorlar ki bazı savcıların yeteneklerine şapka çıkarmamak mümkün değil. Öyle ki halen soruşturma izni istemeyen, bilirkişi raporunu beklediklerini ifade ederek bu sorumluluktan kaçan savcılar var. Soruşturma izni verilip te davanın açılmadığı dosyaları saymıyorum bile. Bazı dosyalarda ne merhamet, ne vicdan ne de göstermelik te olsa hukuk var. Zamanında Osmanlı’ya düşmanlık besleyen Avusturya’lılarda bile daha insancıl tepkiler varken kendi halkına bu kadar yabancılaşmış bir yargı sistemine hayret etmemek mümkün değil.
Öncelikle depremin ardından bir çok insan tutuklandı. Bu tutuklama kararları için bilirkişi raporları aylar sonra geldi. Yapılan hukuka uygundu tutuklama kararları vermek için depremde binanın yıkılmış olması ve o binanın içinde yaşamını yitiren insanların varlığı yeterli bulundu. Bu süreçte bir tek kamu görevlisi tutuklanmadı ve hakkında soruşturma açılmadı. Arkası sağlam olmayan vatandaşlar için bilirkişi raporu beklenmezken, imzası ve sorumluluğu açık olan kamu görevlileri için bilirkişi raporu veya soruşturma izni talep edildi. Açığa alınmalarını bekledik ama ona da cesaret edemediler. Bu yazının konusu olmamakla birlikte yanlış anlaşılmasın diye vurgulamak isterim ki; sivil vatandaşlar arasında da ayrım yaptılar, siyasi iktidara yakın olanlar paçayı sıyırırken arkası olmayanlara kanunları işlettiler.
Tutuklanmadılar Ve Açığa
Alınmadılar Ama Ödüllendirildiler
İskenderun ve Antakya Devlet Hastanesinde yüzlerce insan hayatını kaybetti. Doktorlar, hemşireler, sağlık çalışanları ve yüzlerce hasta yatan veya refakatçi vatandaşımız göz göre göre ölüme sürüklendiler. Hem de doğrudan doğruya kamu görevi gören yetkililer tarafından. Her iki hastanede ölümlere neden olan ihmalden doğrudan sorumlu İl sağlık müdürü hakkında İskenderun’da halen soruşturma izni verilmedi. Bilirkişi raporu bekleniyormuş. Oysa depremden çok önce bu binanın %90 oranında taşıyıcı sisteminin devre dışı kaldığı, depreme dayanıksız olduğu ve hatta yıkılması için depreme dahi ihtiyaç olmadığı bildirilmişti. Bu rapor hastanenin web sayfasında da yer alıyordu. Başta il sağlık müdürü, sağlık bakanlığı ve başhekim uyarılara rağmen hastaneyi kapatmamış ve insanları ölüme sürüklemişler. Sorumlular tutuklanmadılar ve açığa alınmadılar ama ödüllendirildiler. Depremin ardından iki yıl geçti ve hala dava bile açmadılar.
Antakya Araştırma Hastanesinde de uyarılar yıllar önce yapılmış. Sağlık çalışanları binanın ilk depremde yıkılacağına dair uyarıları yapmakla kalmamış ve protesto eylemleri düzenlenmiş. Önce ret edilen soruşturma izinleri nihayet itirazlar sonucu kaldırılmış ama halen dava açılmamıştır. Başta il sağlık müdürü, sağlık bakanlığı ve başhekim uyarılara rağmen hastaneyi kapatmamış ve insanları ölüme sürüklemişler. Sorumlular tutuklanmadılar ve açığa alınmadılar ama ödüllendirildiler.
Diğer kamu çalışanlarına da burada bir paragraf açmak gerekiyor. Zemin etütünden, zemin iyileştirmeye, imar çapından proje onayına, yönetmelikten yapı kullanma iznine kadar her aşamada onayı olan belediye ve şehircilik iklim müdürlükleri adeta sütten çıkmış kaşık gibi ısrarla soruşturma dışı tutuluyorlar. Oysa bu kamu görevlilerinin onayı olmadan taş üstüne taş konulamaz. Binaların deprem yönetmeliklerine uygunluğunu dahi bu kamu görevi gören birimler yapmaktadır. Denetim görevi de bu kamu görevlilerinin tekelinde.
Diğer bir ifadeyle halk adına denetim yapmak ve halkın can ile mal güvenliğini korumakla görevli olan bu kamu görevlileri hem halkın vergileriyle maaşlarını alacaklar, hem de neredeyse tek yetkili olarak imar sürecinin her aşamasında yer alıp sayısız imtiyazdan yararlanacaklar, ama sorumluluk almaya gelince sırra kıdem basacaklar. Bu kamu görevlileri de depremin 2 yılının sonunda yargılanmadılar, tutuklanmadılar, açığa alınmadılar ve ödüllendirildiler.
Kamu görevlilerin hesap vermemesi rüşvetten imar usulsüzlüklerine, afetleri katliamlara çeviren uygulamalardan afet gerektirmeyen yeni yeni felaketlere dayalı sistemin devam etmesine yol açar. Depremin 2 yılında elli bini aşkın insanın can vermesine yol açıldığı halde kamu görevlilerin yargı önüne çıkarılmadığı ve hesap vermek yerine ödüllendirildiklerini gördükçe, hiç ders alınmadığını üzülerek ifade etmek isterim.