Kutuplaşmaya çok yatkın hale geldik. 27 Mayıs İhtilali’nin yaşandığı yıllarda DP–CHP kutuplaşması vardı. Bir süre sonra ‘sağcı-solcu’ kutuplaşması başladı. 28 Şubat Süreci’nde ‘laik – laiklik karşıtı’ kutuplaşması vardı. Tüm bunlar yaşanırken ‘Alevi-Sünni’ kutuplaşması da yaratılmaya çalışıldı. Tabii ki Cumhuriyet ve Saltanat kutuplaşması da sürüp gitti. Buradan hareketle Sultan Abdülhamit üzerinden de kutuplaşma yaratılmak istendi ve devam ediyor. Kutuplaşmayı, milli birliğe zarar verdiğine inandığım için hiç sevmem. Ancak, vefatının 100’ncü yıldönümünde Abdülhamit’le ilgili düşündüklerimi de özetle şöyle paylaşmak istedim: Abdülhamit ne bir ‘Ulu Hakan’dır, ne de ‘Kızıl Sultan’dır! Nasıl mı?
Abdülhamit’e ‘Ulu Hakan’ diyenler bunu birkaç sebebe dayandırırlar. Onlara göre ‘Osmanlılık’ öne çıkartılmış, Arap düşünürler (Şerif Hüseyin vb) İstanbul’da el altında tutulmuş ve devletin parçalanması önlenmiştir.
Hepsi değilse de, içlerinde ‘mason’ların bulunduğu ‘Jön Türkler’ (Genç Türkler veya Genç Osmanlılar) da denilen, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kuranlara, onların yaslandığı Batılı devletlere papuç bırakmadığını ileri sürerler.
Bazıları bir adım daha ileri giderek, Abdülhamit döneminde hiçbir toprak kaybı yaşanmadığını iddia ederler..
Abdülhamit döneminde yaşanan 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı Rus Harbi) sonucunda Romanya bağımsızlığına kavuşmuş, Balkanlarda büyük ölçüde toprak kayıplarına ilaveten ileride bağımsızlığına kavuşacak olan Bulgaristan’da prenslikler oluşmuş, tarihin en acımasız Türk ve Müslüman kıyımları yaşanmıştır. Rusya’nın Akdeniz’e inmesinden endişe eden İngiltere, 93 Harbi sonrasında 1878’de Kıbrıs’a asker çıkarıp yerleşmiştir.
1882’de İngiltere Mısır’a asker çıkartmış ve yerleşmiştir. Bu tarihten sonra da ekilen fitne tohumlarıyla Ortadoğu’daki Araplar Osmanlı aleyhine dolduruldu.İngilizler bir süre sonra da Kuveyt’i ele geçirdiler.
1897 Türk-Yunan Savaşı’nda Teselya’da Yunan ordusu bozguna uğrasa da, Yunan tarafı barış masasında kazanan taraftı. Küçük bir tazminatla kurtulurken, Girit’ineredeyse kopartacak bir tavizi kaptı.Başta Ermeniler, azınlıklar konusunda Rusya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelere önemli tavizler verildi.Azınlık okulları denetlenemedi.
Bu özetlenenlere rağmen Abdülhamit’i Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi cihan sultanlarıyla aynı kefeye koyarak ‘Ulu Hakan’ diyebilmek mümkün olabilir mi?
‘Kızıl Sultan’ diyenler; ilk Osmanlı Meclisi’ni kapatmasını, özgürlüklere neşter vurmasını, gazete ve basına sansür ve yasakları, ‘aydınlara’ uyguladığı istibdadı, kurmuş olduğu jurnal teşkilatını, hasılı ‘Demokrasi’ veya ‘Monarşi’ karşıtlığını ileri sürerler.
Bu husumetin arkasında genelde Osmanlı’dan ayrılmak isteyen gayrı Müslimler ve onlara destek veren Fransa ile İngiltere vardır. Tabii ki Abdülhamit’in Almanya’ya yaklaşmasının bu iki ülkede yarattığı endişe de ‘Kızıl Sultan’lığını pekiştirmiştir.
Oysa Abdülhamit, istibdat yönetimine rağmen hiçbir ‘aydın’a ölüm cezası verdirtmemiştir. En fazla sürgün yemişlerdir. Bunlardan affedilip devlet görevine dönenler (Namık Kemal’in Mutasarrıf/Kaymakam oluşu) de vardır.
Payitahta çıkmadan önce Abdülaziz’in halledilmesini gören, ataları Osmanlı Sultanlarının aksine ilk kez kendi sultanlığında Meclis şokunu yaşayan Abdülhamit’in vesveseli olmaması insan tabiatına aykırıdır. Üstelik buna 93 Harbi’nin yıkımı ile Düyun-u Umumiye belası da eklenmiştir. Buna rağmen eğitim alanındaki yaptıkları tek kelimeyle harikadır!
Son Söz:Anlaşamıyorsak Kızıl Sultan veya Ulu Hakan demek yerine ‘Sultan Abdülhamit’ diyerek tarihi şahsiyetler için kutuplaşmayı önleyebiliriz. İlle bir şey söylenecekse, iyi yanlarına değinebiliriz.Bu arada Abdülhamit ile Atatürk’ü kıyaslama yanlışlığından da sakınılmalıdır. Zira ikisi de iki farklı devrin, farklı rejimlerin devlet adamlarıdır.