Türkiye, TSK’nin ezici üstünlüğüyle destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nu sevkettiğiAfrin’de planladığı şekilde harekâtını sürdürüyor. Her ne kadar harekât ne yazık ki medya tarafından sulandırılsa da, magazin boyutuyla ele alınsa da, gene de Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı olduğu gerçeği önde tutulmaya çalışılıyor. Bu arada çok az kişi Afrin’den sonrasından söz ediyor. Afrin bugün yarın tamamen PYD-PKK teröristlerinden ayıklanınca hedef ne olacak? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi Menbiç mi, yoksa Irak sınırına kadar tüm Suriye sınırları mı?
Türkiye’nin Afrin’deki meşru müdafaa hakkı gibi görülmesi gereken harekatı, AB ülkeleri, en azından kamuoyları tarafından ‘Kürtlere karşı’ bir harekat gösterilmeye çalışılmaktadır. Yani AB ülkeleri hala Türkiye’nin terör tehdidi altında olduğunun farkında değil gibiler.
Bu algıda kuşkusuz ki son dönemde kopan AB-Türkiye ilişkileri ile bizzat iktidarla bu ülke yöneticilerinin uyuşmazlığının etkisi de çok büyük olmalı. Ama gene de empati yapabilirlerdi. En ilginci de Yunan Başbakanı Çipras’ın Davos’ta Türkiye’yi neredeyse ‘mütecaviz’ olarak tanımlaması! Yani ‘Nasıl olsa herkes Türkiye’ye yükleniyor, fırsat bu fırsat!’ diyor, ‘dost palikarya’…
Bir de giderek aramızın açıldığının herkes tarafından görüldüğü ABD var. Bir taraftan ‘Ortak Güvenlik Bölgesi’ oluşturmayı teklif ediyorlar, hemen sonra ‘Yok öyle bir şey, sesli düşünüyoruz!’ demeye getiriyorlar. Bir taraftan ‘Ortak hareket etmeyi’ teklif ediyorlar, diğer taraftan akılları sıra aba altından sopa gösteriyorlar! Yaptıkları sadece harekâtı sulandırmaya çalışmak.
Ama şu anlaşıldı ki, ‘Zeytin Dalı Harekâtı’ hem ABD’ye, hem de Rusya’ya rağmen yapıldı! Çünkü bölgedeki bu iki büyük dış gücün oyunlarından ikrah gelmişti. Rusya ve ABD, harekât başladıktan sonra birbirlerini bu sebeple suçladılar.
Afrin’deki harekât, çok arzu edilse de, fiziki olarak çok müsait bölgede (yaklaşık dörtgene benzeyen sahanın neredeyse 3 kenarı Türkiye tarafından kontrol ediliyor) olsa da, bugünden itibaren mayın tuzakları ve diğer tuzaklarla çok daha fazla karşılaşmak mümkün olabilir. Bu sebeple Afrin’e girilmeyip, içerdeki teröristlerin (şayet kaçmamışlarsa) teslim olmaları beklenebilir. Bu da uzun bir süreyi gerektirebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrin’den sonra sıranın Menbiç’te olduğunu söyledi. Aslında en önemli terör yuvaları Fırat’ın doğusunda, yani ilk ilan edilen sözde özerk kantonlar el-Cizire ve Kobani’dir. Bu bölge hem Irak’la, hem de Türkiye ile komşudur. Aslında bu bölge temizlenirse zaten Menbiç’in bir önemi kalmayacaktır.
Suriye’de Türkiye yol ayrımına gelmiştir. Ya Rusya-İran ve Esad rejimi ittifakına katılacak, ya da tek başına olacaktır. Tek başına da kalsa başarılı olma şansı yüksektir. Ancak bu durumda şehit-gazi sayısı yükselir, Türkiye’nin kaynakları önemli ölçüde tüketilir.
Suriye’nin geleceğinde Esad rejimini en az bir dönem daha istedikleri açıkça belli olan Rusya ve İran’ın bu tutumu bilinirken, Türkiye de Esad rejimi ile uzlaşma yaparsa kazanan taraf olabilir. Burada önemli olan husus; Türkiye’ye inanan muhalifleri ikna etmek ve onların Esad rejiminin hışmına uğramaması konusunda garanti kapsamına alınmasıdır. Bu yolla Suriyeli sığınmacıların önemli bir bölümü de Suriye’ye gönderilebilir.
Suriye’de harekât devam ederken, yurtiçinde birlik ve beraberliğin sağlanması da önemlidir. Milis gücü ÖSO’ya ‘terörist’ demek ne kadar yanlışsa, şu sıra Lozan’ı tartışmak da o kadar doğru değildir. Lozan Barış Andlaşması’nın zafer olduğunda hemfikir olmayanlar sadece ‘Hilafet yıkılacağına keşke Yunan yenseydi!’ diyecek kadar alçalan ‘Fesli Kadir’ gibileridir.
Son Söz: Şu sıralarda tarihimizi yalan yanlış ortaya dökmek, tarihimiz üzerinden siyaset yapmak yerine, Afrin’deki ‘Zeytin Dalı’ndan sonrakine odaklanmakta ve birliğin tesisinde yarar var. Burada da en büyük görev devleti yönetenlere düşmektedir!