İnsan Hakları Derneği İskenderun Şubesi güvercinli parkta Dünya barış günü nedeniyle bir basın açıklaması yaptı.
,
Dernek şube eş başkanı Coşkun Selçuk Yaptığı açıklamada” Bütün insanlığın özlemi olan barış, bir insan hakkıdır.” dedi
Selçuk Açıklamasının devamında şu görüşleri dile getirdi;
“1 Eylül Dünya Barış Gününde barış içinde yaşanan bir dünya özlemimizi bir kez daha haykırmak için alanlardayız. Bütün insanlığın özlemi olan barış, bir insan hakkıdır.
1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler temel amacları giriş bölümü ile 1 ve 2. maddelerinde Birleşmiş Milletler’in barış ile insan hak ve özgürlüklerine saygıyı güçlendirme amacı vurgulanır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin başlangıç maddesi ile 28. maddesinde barış ve barışın temellendirileceği uluslararası ve ulusal sosyal düzenlerin, bu bildiride yer alan haklara ve özgürlüklere dayanması gerekliliği vurgulanır. 12 Kasım 1984’te BM Genel Kurulu, Halkların Barış Hakkına Dair Bildiri’yi Genel Kurul’un bu oturumunda kabul ve ilan etmiştir. Bildiride barış hakkının kutsallığı, bu hakkı korumanın ve uygulanmasını sağlamanın da devletler için bir yükümlülük olduğu vurgulanır.
BM’nin kurucusu olan devletler dünyayı kasıp kavuran bir savaş sonrasında sorunların savaşsız, uluslararası düzlemde konuşularak çözülmesi amacıyla kurumlar oluştururken bir yandan da insanlığı yok edecek silah üretimine devam etmişlerdir. Savaşı büyük çoğunlukla kendi ülkeleri ve vatandaşlarından uzak tutarak yoksul dünya halklarının aralarındaki çelişkileri körükleyerek çatışmaya sürüklemiş ve ürettikleri silahları satarak kendi halklarına refah, yoksul halklara ölüm getirmişlerdir.
Dünyada devam eden bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmalar bizleri derinden endişelendirmektedir. Rusya’nın, Ukrayna işgali ve devam eden savaş korkunç acılar üretmektedir. Libya iç savaşı ve Suriye iç savaşının 12 yıldır sürmesi ve halen barışçıl çözüm bulunmaması BM’nin barışı sağlama görevini yerine getiremediğini göstermektedir. Dünyadaki silahlanma yarışı ise yeni savaşların habercisi gibidir. Buna karşı insan hakları savunucuları dünyanın her yerinde barışı savunmaktadır.
Türkiye etnik, dilsel, dinsel ve kültürel özellikleri bakımından çoğulcu bir dokuya sahiptir. Çoğulculuk, İHD’nin pek çok kez vurguladığı ve yansıttığı, “herkes farklı, herkes eşit” sloganında ifadesini bulur. Çoğulculuk aynı zamanda demokrasinin de temelidir. İHD demokrasi ile insan hakları arasında koparılamaz bir bağ bulunduğu düşüncesindedir. O nedenledir ki, İHD Türkiye’nin temel sorununun insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunun altını çizmiş ve bu temel sorunun en önemli halkasının da Kürt sorunu olduğu tespitinde bulunmuş, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı taleplerinin karşılanması gerektiğini her zaman ifade etmiştir.
Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorununu çözebilmesi için yeni barış sürecine ve böylelikle çatışma çözümüne ihtiyacı vardır. Çatışma ve savaş ortamı ile birlikte genel baskı ortamında şiddetin öne çıkması ve beraberinde nefret dilinin zehrini akıtması kaçınılmaz olmuştur. Kadın cinayetlerinin önlenememesi, kadına yönelik taciz ve tecavüzün artması böylesi bir şiddet ortamı ile de izah edilebilir. Nefret saikı ile artan ırkçı saldırılarda ise yükseliş eğilimi devam etmektedir. Bu ortam asgari insani ve ahlaki kuralların işletilmesini rafa kaldırmış, mezarlıklara yapılan saldırılar artmış, insan cenazelerinin torbalarda ailelerine teslim edilmesi hukuksuzluğun yanı sıra vicdanları yaralamış, toplumsal barışa zarar vermiştir.
Kontrol altına alınabilecek yönetimler ve Kürt karşıtlığı üzerinden geliştirilen Ortadoğu politikasının neden olduğu milyonlarca göçmen/sığınmacı/mülteci sorunu oluşmuş ve bununla birlikte mültecilere yönelik nefret söylemi ve saldırıları giderek artmaktadır. Süregelen silahlı çatışma ortamı ve otoriterleşme toplumsal barışa zarar vermiş, Cumartesi Annelerinin/kayıp yakınlarının/insan hakları savunucularının hakikat ve adalet arayışı yasaklarla engellenmiş, Şenyaşar ailesinin adalet direnişi sürecinde görüldüğü gibi her alanda adalet arayışları inadına yaygınlaşmıştır. Buna karşın yargının araçsallaşması adalete olan güven duygusunu temelden sarsmıştır.
İnsan hakları savunucuları olarak Türkiye’de barışa giden yolun barış hakkı mücadelesi ile olacağını biliyoruz. Barış nöbetlerini başlatarak, yeni bir barış sürecinin inşasına katkı sunacağız.
BM’nin kuruluş amaçlarına uygun hareket etmesi ve imzalanan uluslararası insan hakları belgelerinin yaşam bulması halkların yönetimler üzerindeki etki gücüne bağlıdır. Halkları birbirine düşmanlaştıran gittikçe otoriterleşen bir dünya sistemi halklara ölümden başka bir şey getirmez. Bütün dünyada silahlanmaya savaşlara ölümlere yoksulluğa karşı halkların kendi değerlerine sahip çıkıp dur diyecek bir örgütlenmeye gideceğine inancımız tamdır. İHD olarak, Türkiye başta olmak üzere tüm dünyada barışı haykırmaya devam edeceğiz.”