Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe Yazıları      “Depremin Acıları”

      “Depremin Acıları”

                                                 

 Prof.Dr.Garip Turunc Yazdı

 

“Depremin Acıları”

Zaman geçiyor gibi ama Antakya’mda hâlâ durmuş durumda. Afeti yaşayanlar psikolojik olarak 6 Şubat saat 4.17’de kalmış…  Ölümlerin, hüzünün ve acının kokusu dağıılmadı, asla dağılmayacak. On binlercemize mezar olmuş bir kentin her hanes’sinden dinleyeceğimiz bir ortak hikayemiz var. Anlatılacak, anlatılacak ve anlatılacak bir acı anlatısı, bir ağıt bu.

 

Antakyalılarım’ın çoğu cennet gibi yerlerde olsa dahi sürgünde. Zaman ve mekan algıları dağılmış. Aileler yok olmuş.  Bırakın evlerini, şehrlerini, yaşam alışkanlıklarını bile terk etmek durumunda kaldılar… Göçebe kuşlar misali bir yerden bir yere savrulan hayatlar artık Antakyalı hemşehirlilerimin sıfatı…  Bu onların tekamülleri … Onların sınavları.  Ama göz göze geldikleri her insanın da sınavı.

 

Koca bir maviye bakıp o maviyi göremediler. Meğer gözler kararınca güneş bile aydınlatamazmış. Aydınlıklar içinde karanlıkta kaldılar… Evleri yıkılanlar, altında kalanlar, canlılar ve cansızlar… Sosyal medyadan enkazın altından bir yerlerden haberler geliyor. Yerini belirtenler ve yardıma çağıranlar var. Ve bir türlü bu felaketin sorumluluğunda olan yüzlerce kişi sınır tanımadan yardım etmeye çabalıyorlar. Kış, soğuk, gece, sabaha karşı vuruyor çok sert bir şekilde deprem… Onlar mayasına acı çalınmış topraklarda boy vermişler, dillerine pelesenk olmuş geçecek evet hepimiz biliyoruz. Geçecek. Ama biz ne çok eksildik … ne çok yok olduk… Ne çok zorlanıyoruz bilemezsiniz…

 

Her birimzin dilinde biz iyi insanlardık neyle sınandık? Her karesi ayrı hüzün. Misal; evladını kaybeden annenin benim çocuğumun cennette işi yok deyişini mi? Evladının bir parmağını arayan babayı mı anlatsam… Şöyle anlatsam : Bu son günlerde Antakya’dan bir cocukluk arkadaşımın gönderdiğ vidoyu izliyorumdum. Depremden 65 gün geçmiş, sabah saat 09.30, bir baba toz toprak içinde, yıkılmış evinin enkaz kaldırma çalışmalarına katılıyor. Herkesin enkaz dediği ama aslında o evini yıntısı, hayatının tepesinde duruyor, bakıyor. Kepçe vuruyor, toz duman uçuyor, ışık tozu sis ediyor, gözleri toprak doluyor. Kalbinin acısı karışıyor gözlerinin acısına. Yakından izleyen komşusu sesleniyor : “Ne arıyorsun ?” diyor.  Kızımdan, karımdan bir şeyler aradğını diyemiyor komşusuna. Ben de İzlerken ağlayamıyorum, kanıma boğuluyor gözyaşlarım. Komşusu diyor ki: “yapılacak hiçbir şey yok !“  Ama komşusunun dediği hiçbir şey o babanın gerçeğini değiştirmiyor. Sesi bulut bulut. Sesi gri. Sesi yasla yunmuş yıkanmış. Özetliyor onca sitemi… Acıyı… Gerçeği…

 

Biliyorum hepimizin acı gerçekleri oldu, olacak belki de olmalı… Ama bir ömre bu kadar acı fazla dedirtti bizlere… Zaman ve mekan algılarımız yok oldu. Anılar ve gelecek zamanları yendi. Yakınlarımla, tanıdıklarımla yaptığım telefon görüşmelerde, nasılsınız diye sorduğumda, aldığım tüm cevaplarda burukluğu hissediyorum. Nasıl toplanır bu can kırığı bilir misiniz. Ben bilmiyorum. Antakyalı hemşerilerim de bilmiyor. Bilemiyecek….

 

“Kötülüğün Sıradanlığı”

 

18.yüzyılın ikinci yarısında, 1755’te Lizbon depremi de dönemin düşünürlerine birçok soru sordurtmuştu. Tanrı eğer iyi bir Tanrı olarak insanların kötülüğünü istemiyorsa neden Lizbon depremi gibi bir felaketi engellemedi? Voltaire’in “Candide” adlı anlatısında bu depremden söz edilmektedir. Voltaire’in bakışı kötülük ile depremin yan yana gelemeyeceğiydi. Halbuki Rousseau’nun bakışında bu kötülük ile açıklanabilirdi. Kötülüğü anlamak için sorular sormak gerekliydi. Rousseau kötülüğün kaynağını Tanrı’dan çekip insanların üzerine yönlendirmişti. Lizbon depremi Tanrı’nın iyiliği veya kötülüğü üzerinden anlaşılamaz; bu binaları yapan insanların kötülüğünden ve suçundandır. Fiziki hata ahlaki hata ile yer değiştirmiştir. Depremden bu kadar insanın ölümünün sorumlusu ahlaksız insanlardır. Kitapsızlıktan ve hesapsızlıktan dolayı kötülük yapılmıştır. H. Arendt de Rousseau gibi bu soruyu sordu. “Kötülüğün sıradanlığı” bu sorularda ortaya çıkmıştı. Doğal afetler doğaya aitti; burada iyilik ve kötülük aramak çok zordu. Ama buna çare bulamamak ise insanlar arasında sadece elin kolun bağlı olmasına değil, kötülüğe de ait olmaya başlamaktaydı. Eğer deprem bölgelerinde tıpkı doğal rezervlerde olduğu gibi izin almak imkanları içinde binalar inşaat etmek ve bu binaları normlarına göre, depreme dayanıklı bir şekilde inşa etmek zorunluluğu siyasi bir sorundu. Bakanlıkların verdikleri izinlerin rolleri bu konuda çok önemli bir rol oynamakta değil midir? İnşaat malzemelerini kurallarına göre kullanmak ne kadar sorumluluk içermekteyse, bunlara riayet etmek yerine malzemeden kaçmak da bir o kadar sorumsuzluk göstergesidir. Bu kadar insanı mağdur edecek bir inşaat politikası bilhassa bu tip afetlere açık yerlerde çok önemli bir konu değil midir ? [Önceki gece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, adet olduğu üzere gazeteci süsü verilmiş maiyet memurlarının karşına çıktı ve televizyon yayınında göelerimizin içine bakarak imar affı diye bir şeyin söz konusu omadğını açıkladı. “Bu işin affı maffı olmaz” dedi. Tabi “insan hayret ediyor”, bugüne kadar, 6 Șubat  depremlerinden etkilen 10 farklı ilde 9 kez “imar affı” çıkaran, toplamda 294 bin 166 kaçak yapı affeden kimdi diye ?]

 

Böylece, kötülük varsa bilgisizlikten dolayıdır, görgüsüzlükten dolayıdır, kötü niyetten dolayıdır, ileriyi görememekten dolayıdır, malzemeden çalındığındandır, planların doğru yapılmadığındandır, daha evvelkilerden ders alınmadığındandır, bir daha oldu ama artık olmaz vurdumduymazlığındır, şimdiye bakalım geleceğe kısmet baksın gibi bir bakışın umursamazlığındandır, kötülüğün bazı insanların ruhunda olduğundandır.

 

Kapanmayan Yaralar

 

Her insanın içinde kimsenin bilmediği acılar, kimsenin iyileştirmrdiği fedakarlıklar, kimsenin iyileştirmediği yaralarr vardır. Kimsenin yargılayamacağı duygular vardır çünkü hiç kimse aynı gözyaşlarını ağlamad, ayni acıyı çekmedi…

 

Doğada hissedilen depremden çok asıl, depremin ruhlarda ve bedenlerde hissedilmesi lazımdır ki, bir daha bu şekilde bir felakete dönüşmeden önlemler alınsın. Ve kaderci bakışın içinden çıkılarak bilgiye dayalı girişimlere yol açılabilsin. Geriye kalıyor büyük dayanışma ki bu zaten yapılmakta yüzlerce binlerce insanımızın çabalarıyla, sadece bizim değil, sınırları tanımayan afetin karşı sınırlarında oturan komşularınızın bize [Dışişleri Bakanlığı, 99 ülkenin Türkiye’ye yardım teklifinde bulunduğunu ve 68 ülkenin sahada arama kurtarma çalışmalarına katıldığı duyurdu. Yurtdışından Türkiye’ye gelen arama kurtarma uzmanı sayısı 8 bin 850’yi buldu. Dışişleri Bakanlığı, 15 ülkenin daha ekip göndermesinin beklendiğini ve sahadaki yabancı personnel sayısının 10 bini geçeceğini aktardı…] bizim de onlara yardımları sayesinde belki de ideolojilerin kötülük sınırlarına da bakmayı ihmal etmeden vatandaşlık haklarımızı paylaşmak ve yardımlaşmak üzere yaşamaya başlayalım.

Herkesin başı sağ olsun…

 

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER