Perşembe, Kasım 21, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe YazılarıGarip Turunç'un Kaleminden: Bir Zorba Anlayışın Dönemindeyiz

Garip Turunç’un Kaleminden: Bir Zorba Anlayışın Dönemindeyiz

Garip Turunç yazdı: BİR ZORBA ANLAYIŞIN DÖNEMİNDEYİZ

İnsanın yapısında baskıya karşı tepki gösteren bir mekanizması vardır. Vicdan denilen mekanizma doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt ederek haksızlıklar karşısında kişinin kendisini huzursuz hissetmesine sebep olur. Yani “İnsan psikolojisi asla zorbalığı kabul etmez!” denilebilir. Doğru ve yanlış değerler, çoğunlukla evrenseldir. Hırsızlık her yerde kötü, insan hakları ihlali her yerde kabul edilemez konulardandır. Bu sebeple zorbalığa karşı sabır göstermek de imkânsızdır.

Medeniyetin ve demokratik yapının sistemleştiği yerlerde zorbalığın işe yaramadığını açıkça söyleyebiliriz. Kaba kuvvet, daha çok kapalı toplumlarda işe yarar. Demokratik ve dışa dönük toplumlarda insan haklarının ihlal edilmesi mutlaka cezasını bulur. Ülkemizde olup biten hadiselere baktığımızda zorba anlayışın giderek toplumda yerleşmeye başladığını da söyleyebiliriz. En kötüsü bu anlayış, karar alma mekanizmalarında köklü bir sistem haline gelirse sonuçları çok daha vahim oluyor. Nitekim bugün değişik yasa ve yasaklarla sivil topluma, özgürlüklere, sosyal devlet alanına müdahale edilebilmektedir. İnsanlar fişlenip renklere ayrılarak en temel hakkı olan “eşitlik” ilkesi (Anayasanin 10. Maddesi) çiğnenmekte, birdenbire “öteki” haline getirilip dışlanabilmektedir. Halkın seçtiği yöneticiler, liderler, bizatihi halkın kendisine muhalefet ve husumet içeren bir anlayışla hareket edebilmektedir. Kendi vatandaşından nefret eden bir devlette kim huzurlu olabilir?

Belki de en önemlisi, zorbalığı engellemekle mükellef kurum ve yöneticilerin bazı insan hakları ihlali içeren anlayışı bir yönetim biçimi haline getirmeleridir.

ZORBALIĞI BİR YÖNETİM BİÇMİ HALİNE GETİRMEK

Özellikle hiyerarşik yapıdaki kurumlarda zorbalık çok daha rahat bir şekilde uygulanabilir. Bu durumda zorba, bazen bir birey veya makam, bazen de yönetici veya bir devlet kurum olabilir.

Mesela Aysel Tuğluk, beş yıl kadar önce HDP eş genel başkanıyken tutuklandığında sapasağlamdı. Şimdi ağır bellek sorunlarıyla boğuşuyor. Başka türlü söyleyecek olursak, belleği silindi. Hafızası kendini kapattı, hiçbir şey hatırlamıyor, çünkü kendisine yaşatılanları hatırlasaydı yaşayamazdı. Hatırlarsınız ; 2017 yılında anacığı yaşama veda ettiğinde cenazesine katılmasına izin verilmişti. Ancak cenaze defnedilemedi, o iğrenç zihniyetin taşıyıcısı bir güruh mezarlığı bastı, cenaze merasimine katılanlara saldırdı. Sadece taş, tuğla atmak değil havaya ateş etmek dâhil, polisin müsamahalı gözetiminde her türlü rezilliği yaptı. Bununla yetinmediler. “Burası Sünnî mezarlığı Alevileri buraya defnettirmeyiz” diye böğüren saldırganlar, “Burası Ermeni toprağı değil Türk toprağı” naralarıyla, küfürlerle, her türlü aşağılık saldırganlıkla cenazeyi mezardan çıkardılar. Kürt hareketinin en barışçı insanlarından biri, iki halkın “ortak vatanda ortak yaşam” umudunun taşıyıcısı Aysel Tuğluk bunlara şahit oldu, o korkunç anları, yaşadı ve hücresine döndü. Onun belleğini karartmasına yol açan; sadece annesinin cenazesine yapılan dine,  ahlaka, insanlık değerlerine saldırı değil, halklar arasında barış ve ortak yaşam idealinin -ki o, bu ideali hayata geçirmek için ağır bedeller ödemişti- bir kez daha yerlebir edilmesiydi.
Mesela Ape Dedo’nun (dede amca) devlet karşısında drama dönmüş hayatı. 83 yaşında, işlemediğini kanıtlarıyla ortaya koyduğu, devlet tarafından üzerine yıkıldığı yolunda kuvvetli şüphe taşıyan ‘suç’ nedeniyle 25 yıldır cezaevinden çıkamamış Kürt bir vatandaşımız olan Mehmet Emin Özkan. En son elinde idrar sondasını taşıdığı torbası, yürümekte zorlanırken kolluk güçlerinin kolunda bir oraya bir buraya sürüklendiği görüntülerle gündem olmuştu. Bağırsaklarından ameliyat olmuş, böbrekleri iflas etmiş, o yıllarda gördüğü işkencelerden dolayı oluşan sağlık sorunları olan, kulakları duymayan, kendi başına yaşamını idame ettiremeyen, tuvalete dahi yardımsız gidemeyen, hafızası fazlaca gidip gelen bir yaşlı adamcağız. O “Bir gün daha o koşullarda kalmamalı” denen bir insan şimdi de Covid! Bu adamcağıza hastane “Cezaevinde kalamaz” diyor ama Adli Tıp “Kalabilir” diyor ısrarla. Neden ? Kime neyin dersi verilmek isteniyor? Devlet burada ne mesaj veriyor?

Mesela Cumhurbaşkanı; Demirtaş ve Kavala’nın terörist olduklarını, sözde bir hakları varsa bile savunamayacaklarını, zaten yargının da onlara böyle bir hak tanımayacağına inandığını söylüyor. İçişleri Bakanı’nın zaman zaman Meclis’te HDP gruba dönüp “Haysiyetsizler” veya son butçe tartışmalarında (kavgalarında) “Kürtler sizden nefret ediyor. Kürtler sizden nefret ediyor. Kürtler sizden nefret ediyor” diye bağırdığına tanık olunuyor. Aynı Meclis’te geçen yıl insanlar birbirine “Siz haşeresiniz. Sizi itlaf etmek gerekir” diye sesleniliyor. Zaman zaman Meclis’i yöneten bir gruba söyleniyordu bu, bir partinin başkan yardımcısı tarafından. Mecliste aynı partinin lideri ve iktidar ortağı, dışarda 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde bildiri yayınlayan insanlara “Pislik” diye hitap ediyordu.

Haşere tanımlaması karşınızdakini “insanlıktan çıkarma” ve “zararlı bir mahluka, böceğe” dönüştürmek demek. İtlaf ise insanlar için kullanılmaz. “Öldürürsünüz”, hadi daha nazikçe (!) “Etkisiz hale getirirsiniz.” Eğer insanlara yönelik “İtlaf” kelimesini kullanıyorsanız bir tür kök kazıma yani jenosid psikolojisine sürüklenmişsiniz demektir.

“Haşere” diye görülenler nasıl itlaf edildi bir ülkede, hatırlayın. Gaz odalarına dolduuruldu insanlar, kadın, çocuk, genç yaşlı demeden, verildi gaz, sonra kapılar açıldı, insanların bir piramit gibi üst üste yığıldığı görüldü. En altta çocuklar, sonra yaşlılar, sonra kadınlar vs… Haşere ve itlaf başka neyi hatırlatır? Adı konursa o sistemlerin ne diyeceksiniz? Bu dile geldi Türkiye. Yazıklar olsun….

Bu yaklaşım Amerika’da yaşıt zorbalığı gençlerin en fazla mustarip olduğu konulardan da birisidir. Ergenlik dönemindeki gençlerde görüldüğünde yaşa bağlı “kabadayılık” onların “kimlik algısı” içerisinde psikopati eğilimlerini gösterir. Özellikle zorbalığın gelişmemiş toplumlarda bir “rol model” olarak sunulduğu ve bu şekilde kaba kuvvet ile insanların “dize getirileceği” düşüncesi yanlış ve ilkel bir anlayışla ortaya çıkmaktadır. Bu düşünce çoğu zaman bir davranış kalıbına bürünerek halkına karşı “şiddet” seviyesine de çıkabilir. Bu şiddet yukardaki örneklerde olduğu gibi bazen nefret dili, bazen de ötekileştirme şeklinde tezahür edebilir.

Kısacası zorbalık anlayışı yer, zaman, kişi ve kurum fark etmeden kendini farklı yerlerde ortaya koyabilir. Bu süreçler ise en temel insan haklarının ihlali sayılır.

PASİF ZORBALIK

Pasif zorbalık kavramı da çoğu kez gündeme gelmeyen ama toplumda çok ciddi etkileri olan bir süreci anlatır. Bu süreci birçok kişi fark etmeyerek normalleştirmeye başlar. Toplum tarafından öğrenilmiş çaresizlik ve tepkisizliğe yol açabilmektedir. Bu durumda tepkiler azalmakta ve artık bu karamsar yapı olayları kanıksamaya itmektedir. Toplum depresif ve yıldırılmış hale gelmektedir. Toplumda gelir adaletsizliği, kişilerin dünya görüşlerine göre yapılan atamalar, makam ve yönetici seçiminin liyakat esasına dayanmaması, (bazıların 4-5 maaş alırken) çalışanın karşılığını alamaması, işçi haklarının gözetilmemesi, kanun yolu ile temel insan haklarının kısıtlanmaya çalışılması, yeşile ve çevreye duyarsız, insanı hiçe sayan şehirleşme örnekleri, inşaat/çalışma ruhsatı verirken eşitlik ilkesine aykırı davranıp bazı kurumların engellenmeye çalışılması gibi çok sayıda örnek verilebilir buna.

Pasif zorbalık sürecinin mikro değişikliklerle makro sonuçları olduğu görülmektedir. İnsanların eline silah alıp onlarca kişiyi öldürmesi “aktif” bir saldırganlığın sonucu iken insan haklarının sürekli görmezden gelinmesi farklı bir saldırganlık yani pasif zorbalıktır. İnsan haklarının sürekli görmezden gelinmesi ciddi toplumsal sonuçlara yol açar. Nasıl ki bir bebeğin gelişimini engelleyen bir ortamda bakımı ve temel ihtiyaçları görmezden gelindiğinde ciddi zarar görür, aynı şekilde insan haklarının sürekli ihmal edildiği toplumlarda da ciddi zararlar oluşur. İnsanların içindeki adalet duygusu zedelenir, güven duygusu kaybolur, toplumsal ve bireysel cinnet örnekleri artar, depresif bir toplum haline gelir, herkes terörize olmaya başlar, korku ve endişeli bir gelecek algısı oluşur, insanlar o toplumda verimli hale gelemezler. Üretim azalır, geleceğe dönük yatırım durur, ekonomik çöküntü başlar, istihdam azalır ve insanlar o toplumdan uzaklaşmanın yollarını ararlar. İşte Türkiye’nin toplumsallık temelinde ne yazık ki geldiği yer burası.

Sonuçta mütemadiyen, bir zalim, bir mazlum olduğumuz fasit bir daireden çıkamadığımız; bir yandan ülkeyi ‘hukuk devleti’ haline getirmekten, yargı reformundan söz ediyoruz, bir yandan ‘haşere – itlaf düzeni’ söylemleriyle, aşırı uçlara savrulduğumuz görülüyor. Bu melun döngüyü kırmak zorundayız. Kimin kime yaptığına bakmadan zulmün, zorbalığın, haksızlığın karşısında yer almayı, zulüm karşısında toplumsal seviyede ahlaki bir itiraz yükseltmeyi öğrenmeye mecburuz. İnsan haklarını ihlal eden her türlü zorba girişim, kişilere yapılan en büyük kötülüktür. Toplumun her rengini kabullenen, nefret dilinden uzak, ötekileştirmeyen, birleştirici, negatif ayrımcılıktan uzak bir devlet anlayışını her bir fert hak ediyor ve kendini idare edenlerden/edeceklerden bu temel haklarını bekliyor.

Ne millet ittifakı, ne demokratik ittifak! Vicdan ittifakına ihtiyacımız var. Sağı, solu, ideolojileri, siyasal, dinsel, etnik aidiyetleri aşan bir ittifak. Zülum/ölümcül zihniyeti taşıyan ve o zihniyetin sahipleri muktedirlere karşı, önyargılarımızı yenerek Vicdan Cephesi’nde kenetlenebileceğimiz bir ittifak….

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER