“26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü ” nedeniyle
dün Antakya Köprübaşında, Çukurova İnsan Hakları Derneği Şubelerinin katılımıyla basın açıklaması gerçekleştirdi.
Açıklamada şu görüşlere yer verildi:
1997 yılında BM Genel Kurulu, “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’sinin taşıdığı önem nedeniyle 26 Haziran’ı işkence görenlerle dayanışma günü olarak ilan etmiştir.
Türkiye’nin de altına imza attığı BM İşkenceye Karşı Sözleşmesi’nin 2. maddesinde; “Hiç bir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez’’ denilmek suretiyle işkence ve kötü muamelede bulunmanın ‘’mutlak yasak’’ olduğu vurgulanmıştır. Bu yasak, uluslararası hukukta normlar hiyerarşisi açısından üstün bir kural, başka bir deyişle buyruk kural niteliğindedir. İşkence yasağı hiçbir koşulda istisnaya tabi tutulamaz, işkence yasağının esnetilmesi için herhangi bir çekince ileri sürülemez, yetkili makamlarda bulunanlar bu konuda emir ve talimat veremez.
İşkencenin, bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik kasti ve amaçlı bir şiddet uygulaması olduğu, kişinin benlik duygusunu yok ederek sindirmeyi, caydırmayı hedeflediği bilinmektedir.Öteyandan, işkencenin görünür kılınması, övülmesi, cezasızlıkla ödüllendirilmesi dikkate alındığında onun sadece bireye yönelik bir saldırı olmadığı, başta işkence görenler ve yakınları olmak üzere tüm topluma verilen bir gözdağı olarak da kullanıldığı açıktır.
Özellikle 2015 Temmuz ayında yeniden başlayan çatışma ortamında ve askeri darbe girişiminin bastırılma sürecinden itibaren işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları da, ne yazık ki, olağanüstü düzeyde artmıştır. Hapishanelere çeşitli nedenlerle (çıplak arama, kelepçeli muayene, ayakta tekmil vererek sayım gibi) girişte ve sonrasında devam eden kaba dayak, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları sürgün ve sevk uygulamaları yakın tarihte görülmedik boyutlara ulaşmıştır.
Kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları da önceki dönemlerde görülmeyen bir boyuta varmıştır. Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen hatta teşvik edilen bu şiddeti sıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanarak yürüyüş yapan yurttaşlara yöneltilen zalimane ve utanç verici kolluk şiddeti de bu durumun en güncel örneklerini oluşturmaktadır.
Özellikle Son dönemlerde demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini barışçıl biçimde kullanarak üniversitelerine atanmış rektörü protesto eden Boğaziçi öğrencileri, İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasına itiraz eden kadınlar ve LGBTİ+’lar, sendikalı oldukları için işlerinden atılan ve hak arayan işçiler, hava, toprak ve sularına sahip çıkan köylüler ve yaşam savunucuları, başta HDP olmak üzere demokratik muhalefeti büyütmek isteyen siyasi partiler, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri, temel hak ve özgürlükleri korumak isteyen insan hakları savunucuları bu zalimane ve utanç verici kolluk şiddetine maruz kalmışlardır.
İşkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının her açıdan yoğun olarak yaşandığı Hapishaneler, Covid-19 salgını ile birlikte ülkenin yaşamsal açıdan en riskli mekânları haline gelmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından salgın gerekçe gösterilerek alınan önlemlerle hapishanelerde mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da kısıtlanarak işkence ve diğer kötü muamele boyutuna varan yeni bir “normal” yaratılmıştır.
Özellikle gözaltı ve hapishane koşullarında sık rastlanılan, çıplak arama dayatmaları dikkat çeken bir başka önemli sorundur.
Hasta mahpusların durumu ise başlı başına bir sorundur. İHD nin2022 tarihli verilerine göre Hapishanelerde651’i ağır olmak üzere toplam 1517hasta mahpus bulunmaktadır.
Yine Kadınlara ve LGBTİ + lara yönelik eril şiddet de yaygınlaşarak devam etmiştir.
Çocukların maruz kaldığı işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarındaki artışın yanı sıra çocukların bulunduğu Hapishanelerde yoğunlaşan işkence iddialarına yönelik tüm girişimlere karşın hiçbir etkin soruşturma yürütülmemesi de başlı başına bir sorun alanıdır. Bu bağlamda çocuk tutukluluğuna son veren yasal düzenlemelerin gerçekleştirilerek çocuk hapishanelerinin kapatılması öncelikli bir gündem olmalıdır.
Mülteci ve sığınmacı sayısının her geçen gün arttığı ülkemizde özellikle geri gönderme merkezlerinde tutulan mülteci ve sığınmacıların işkence ve diğer kötü muamele niteliğinde uygulamalara maruz kaldığına dair ciddi iddialara, bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının rapor ve açıklamalarında yer verilmektedir.
İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Bu kültürün güçlenmesinde ve yaygınlaşmasında birincil etken ise cezasızlığın bir devlet politikası olmasıdır. Yıllardır her düzeyden devlet ve hükümet yetkilisi, kolluk güçlerinin şiddetini koruyan, hatta teşvik eden ve işkenceyi meşrulaştıran söylem ve davranışlar içinde olmuştur. Özellikle son dönemde mevcut siyasi iktidar, işkenceyi “terörizm ile mücadele”, “olağanüstü hal”, “milli güvenlik” ve “kamu düzeni” adı altında meşrulaştırma eğilimindedir. Siyasi otoritenin yaklaşımı böyle olunca, haliyle işkence yapan kamu görevlilerinin ve işkence iddialarının resen soruşturulmaması, yapılan soruşturmaların etkin ve bağımsız olmaması, işkence yapan kamu görevlilerinin yargılanması için izin sistemine başvurulması, ceza ertelemeleri, savcı ve yargıçların subjektif ve tarafsızlıktan uzak zihniyet yapıları gibi cezasızlığa yol açan nedenlerin hiçbiri konuşulamaz, tartışılamaz hale gelmektedir.
Öncelikle İşkence iddialarına hızlı ve etkin biçimde soruşturma başlatarak açıklık kazandırmak ve her şeyden önemlisi işkenceyi durdurmak tümüyle devletin görevidir. Bu nedenle bugün ve geçmişte gerçekleşen tüm işkence suçlarına yönelik etkin ve tarafsız soruşturma süreçleri başlatılmalı, her düzeydeki sorumlular yargı önüne çıkarılmalı, cezalandırılmalı ve cezasızlık politikasına son verilmelidir.
İşkenceyi önleme/durdurma yükümlülüğü öncelikle devletlere aittir. Dolayısıyla insan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz aşağıdaki asgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesini istiyoruz:
-Ülkemizde işkencenin bu boyutta olmasının temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Cezasızlığın bir devlet politikası olması ve her düzeyden devlet ve hükümet yetkilisinin, işkenceyi meşrulaştırıcı söylem ve davranışları bu kültürün güçlenmesine neden olmaktadır.
-Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
-Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
-Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
-Kolluk Gözetim Komisyonu tarafsız ve bağımsız hale getirilmelidir.
-İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
-İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
Ancak şunu da hatırlatmak isteriz ki, insanlık onuruna sahip çıkmak ve işkenceyi önlemek aynı zamanda tüm toplumun da sorumluluğudur. İnsan ve yurttaş olmak için, bizi toplum yapan müşterek bağı korumak için işkencenin yol açtığı acıları görmek ve dayanışmayı büyütmek zorundayız.
Var oluş nedenleri işkencesiz bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan biz İnsan hakları savunucuları, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın, başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, yüksek sesle haykırabilmeleri için işkence görenlerin her koşulda yanında olmaya; maruz kaldıkları işkenceyi belgeleyip raporlamaya; her türlü süreçte destek vermeye; adalete erişimlerine yardımcı olmaya; yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması için cezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz.25.06.2022
Görüyoruz, susmuyoruz, mücadele ediyoruz…
İnsanlık onuru işkenceyi mutlaka yenecek…
İşkencesiz bir dünya mümkün!