Saygıdeğer okurlarım! Türkiye’de Korona’dan da beter mikroplar var: Bunlar; hırsız, yağmacı, dolandırıcı, yalancı ve üçkâğıtçılardır. Türkiye, katakulliciler ülkesidir! Tüm işlerde yalan dolan, oyun, hile ve tuzak var. Her şey katakulliye getiriliyor!
Bu ülkede her şey hırsızlık ile başlar. Aslında hırsızlık, tüm dinler tarafından yasaklanmıştır. Dünyada tek bir günah vardır, o da harsızlık! Diğer bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir. Bana göre dünyada hırsızdan daha iğrenç yaratık olamaz! Başkası neyse ne, ama hırsız senin emeğini, ona döktüğün teri, zamanını çalıyor. Ne iğrenç şey!
Aslında casus olmakla hırsız olmak arasında fazla fark yoktur. Amaç: Çalmak! Hırsız eşya çalar, ajan ise sırları! Türk Ceza Kanunu’na göre hırsızlık da, yağma da, dolandırıcılık da suçtur.
Hırsızlık suçu, malvarlığı değerine karşı ve ekonomik bir çıkar elde etmek amacıyla işlenen suçlardandır. Ekonomik değeri olan her türlü enerji de, taşınır mal sayılır ve hırsızlığa konu olabilir. Yağma suçu ise, gasp suçudur. Gasp, zilyetliği başkasına ait bir menkul malın cebir veya tehdit kullanılarak alınmasıyla oluşur. Yağma suçu, mağdurun malvarlığına yönelik gerçekleştirilen haksız bir eylemdir.
Gasp suçu ile hırsızlık suçunun en önemli ortak unsuru, başkasına ait malın alınmasıdır. Başkasının malın zilyedi olması yeterlidir. Zilyedin elinden malın alınmasıyla her iki suç oluşur. Dolandırıcılık ise, hileli işlerdendir! Dolandırıcılık, failin hileli davranışlarla bir kimseyi aldatması, mağdurun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına yarar sağlamasıyla oluşur.
Bir de nitelikli dolandırıcılık suçu var: Bu suç da, belli dini, sosyal, mesleki, teknolojik araçların veya kamu kurumlarının araç olarak kullanılmasıyla işlenir.
Türkiye’de bu tür hastalıklar, Koronavirüs’ten önce de var olan salgın hastalıklardır. Bu ülkede hırsız olmayan zengin olamaz! Zenginler çalınca ticaret, yoksullar çalınca hırsızlık olur. Her zenginliğin arkasında ya bir hırsızlık ya da katakulli işler vardır.
Aslında bir insan aç olduğu için değil, hırsız olduğu için çalar. Ve hırsızlar kavga ettikleri zaman, çaldıkları yere dökülür. Lamı cimi yok! Bizim ülkemizde ticaret hayatına atılanlar; yalan söylemeye, hile yapmaya başlarlar. Ama buna başka bir isim takarlar. Önemli olan şudur: Sen gidip bir oto lastiği çalarsan hırsız olursun. Ama o herif yırtık lastiğe karşı senin 200 liranı çalarsa, adı ticaret olur.
Ne olursa olsun! Siz yine de bir takım insanlara ‘hırsız’ demekten vazgeçin. Çünkü hırsızlık bir hastalıktır ve tüm kötülüklerin anasıdır. Bazıları çalmadan duramazlar. Allah başa vermesin…
Bu melun hastalığın adı, bilim dilinde, kleptomanidir. Çalmak, kleptomanların fıtratında var. Yani, bu bir yaratılış sorunudur. Yaratıcının istediği dışında hiç bir şey mümkün değildir. Aksini iddia eden, zinhar kâfirdir.
Bir millete karşı işlenen hırsızlık, gasp veya dolandırıcılık suçu asla zamanaşımına uğramaz. Hukuk ile yönetilen ülkelerde katakullicilerin hiçbir geleceği olamaz. Bir milletin alameti, bir mendil markası sökülür gibi sökülmez.
Aslında hırsızlık, yağma ve dolandırıcılık aynı anlama geliyor gibi görünse de farklılıklar içerir. Hırsız; suçunu bilir ve işini gizli yapar. Yağmacı ve dolandırıcı ise fütursuzdur, acımasızdır ve hiç pişmanlık duymaz. Bizim ülkede küçük hırsızları yakalayıp hapse atarlar. Büyük hırsızlar ise çok ilerlemiştir, ülkeyi yönetirler.
İlkel toplumlarda mülkiyet geliştikçe hırsızlık ve yalan artıyor. Ben hırsızlık, yağma ve dolandırıcılığın olmadığı bir ülkede yaşamak istiyorum. Çok şey mi istiyorum? Yıllar önce Nazım Usta’nın dediği gibi, “Öyle bir ülkede yaşamak istiyorum ki, orada evlerin kapısı kilitlenmesin; soygun, hırsızlık, cinayet sözcükleri unutulup gitsin.”
Oysa bu ülkede insanların dileklerini bile çalıyorlar! Aslında bir insanın dileklerini çalmak, cüzdanını çalmaktan daha fenadır. Ama hırsızlık da kolay bir iş değil. Bu ülkede hırsız bile işini on yılda öğreniyor! Üstelik bizim hırsızlar, aynı zamanda yalancı da. Hiçbir hırsız “Ben hırsızım” demiyor. Hem isteseler de diyemezler. Çünkü yalan da hırsızların fıtratındandır.
Şöyle etrafınıza bir bakın: Millet kümesi; kurda, ağılı; tilkiye teslim edip ağlaşmaktadır. Oysaki kümesi tilkiye, ağılı kurda teslim edip, sonradan ağlaşmak çözüm değildir. Ve ne gariptir ki Türkiye’nin yargı sisteminde, bir insanın hırsız olup olmadığı, suç ortağına sorulmaktadır. Eskiden biri hırsızlık edince hapse atarlardı. Şimdilerde ise doğruyu söyleyenleri ve gerçekleri yazan gazetecileri hapsediyorlar. Maalesef, doğruları söyleyenlerin cezalandırıldığı bir ülkede yaşıyoruz!
Yazık, çok yazık! Türkiye’de artık ne zevk var, ne sanat, ne de mutluluk! Sadece hırsızlık, yağma, dolandırıcılık, üçkâğıtçılık ve ağıt yakma var! Hırsızları, gaspçıları, üçkâğıtçı, yalancı ve dolandırıcıları seyrederek, kokuşup parçalanıyoruz!
Bu ülkede bir de kapı ve telefon dinleyenler var! Nedense ben, en çok kapı ve telefon dinleyenlerden nefret ediyorum! Birilerinin hırsız olması için illaki başkasına ait bir eşyayı çalması gerekmez. Başkalarına ait sırları çalmak da hırsızlıktır. Hem de hırsızlığın en bayağısıdır!
Bu tür mikropları taşıyan yöneticiler, kendilerini ülkenin hâkimi olarak görürler. Ve bu tip yöneticiler, kendilerine ölümsüzlük atfederler. Başkalarının yaptığı, başardığı büyük işleri, kendilerine; fıtratında olan bütün kötülükleri başkalarına mal ederler.
Neyse ki, bizim ülkemizde böyleleri yok!