Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKöşe YazılarıProf. Dr. Garip Turunç Yazdı: ''Acının, Dehşetin, Çaresizliğin, Kaderin Șehri Antakya’m''

Prof. Dr. Garip Turunç Yazdı: ”Acının, Dehşetin, Çaresizliğin, Kaderin Șehri Antakya’m”

Antakya ile ilgili çocukluk anılarım – 18 yaşıma kadar orada yaşadım – bu günlerde gözümün önüne geliyor. Hakikaten bahtsız topraklarda yaşıyoruz. Siyasi, ekonomik stres ve depresyon yanına bir felaket eklendi babaocağı halkıma. Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketlerden birini gördü Antakya. Gece yarısı, insanlar yataklarında uyurken oldu deprem. Evler insanların tepesine yıkıldı, birçok kişi göçük altında kaldı. İlk önce depremle birlikte, pijamaları ile dışarıya çıkabilen insanları, buz gibi havada, gökgürültülü sağınak yağış bekliyordu. Bu yeterli olmamış olacak ki, sonra yağş doluya döndü. Arabaları evin önünde hasarsızsa ve içinde yakıt varsa, ha bide kendilerini evlerinden dışarıya attıklarında pijamanlarının cebinde anahtar varsa, içine geçip sıcacık ortammda depremin ve yağmurun durmasını bekliyebilirdi. Ama maalesef küçük şanslı bir azınlık dışında herkes; sırılsıklam, titir titreyerek, yakınlarına ulaşmaya çalışarak, enkazlardan gelen çığlıkları dinleyerek, yardım gelmesini bekledi.

 

Bir anne bağırıyordu, ağlıyordu “Evlat yetiştirmek kolay mı ?” diye. Kendisinin emekli öğretmen olduğu anlaşılıyordu. Gözünden sakınarak, yılların emegiyle yetiştirip doktor olan oğlu enkaz altındaydı. İlk günden beri enkaza bakılsın, arama kurtarma yapılsın diye yalvar yakar olmuştu. Gözyaşları içinde. “Evladımın canlısından geçtim, hiç olmazsa bedenini çıkartsınlar, gömüp dua edeyim arkasından” diyordu. Hepimizin boğazı düyümleniyordu izlediğimizde. Böyle ne kadar çok acı, ne kadar çok insan vardı kim bilir? Depremin üzerinden uzun zaman geçtikten sonra kaç can, başında bekleyen kaç anne, baba, evlat var ?

Bir kentin topyekûn yok oluşuna şahitlik ediyoruz. Kadim kültürüyle, hatıralarıyla, yaşanmışlıklarıyla, insanı, hayvanı, eşyası, o çocukluğumda tanıdığım kenarı, köşesi, ağacı, dükkanı, tarihi eseri ve hayelleriyle… Sanki Atlantis’in sulara gömülüp yok olmasını 21. Yüzyılda Antakya’da canlı tanığıyız.

 

***

Ne yapalım, başa gelen çekilir. Çok sür bir havaalanımız vardı. Neredeyse tüm sivil kuruluşları(STK)’ların oraya havaalanı yapılmasını uygun değil demesine rağmen yapılmıştı. Anakya’ya aynı gün, uçaklarla her türlü yardım, arama-kurtarma ekibi gelebilirdi. Ama, koca deprem bölgesinde havaalanı kullanılmaz durumda olan tek şehir Antakya’ydı. Maalesef 6. güne kadar, hava yolundan gelebilecek yardımı kaybetmiştik.

 

Hiç sorun değil, Hatay’da Türkiye’nin en büyük limanlarından biri vardı, İskenderun limanı. Oradan her türlü yardımı alabilirdik. Ama, depremle birlikte limande başlayan yangın 3-4 gün boyunca söndürülememişti. Yakıt tankerleri ve yardım gemileri limana yanaşamıyordu. Deniz yolundan gelecek desteği de kaybetmiştik.

 

Tamam, olabilir ama panik yapmaya gerek yoktu, çünkü yeni hizmete açılan 4 şerit gidiş, 4 şerit geliş otobanımız vardı. Destek oradan gelebilirdi. Ama, böyle bir olasık zaten yoktu. Çünkü koca otoban, dağin yamacındaki BELEN’de tek şeride düşüyordu. Yani planlayıcılar, Antakya gibi bir şehre, giriş ve çıkış için dağı tırmanıp tek şeridi yeterli görmüşlerdi; otoban ile Belen geçidini by-pass etmeye gerek duymamşlardı ; dağın altından yapılması öngürülen tünel inşaası askıya alınmıştı. Hem böyle Belen esnafının geliri de korunmuş olacaktı. (Otobanda yapılacak bir mola alanı ile kolayca çözülecek bir durumken, bu tercih edilmememişti).

 

Artık Havayolunu, deniz yolunu kaybeden, kara yolu zaten yetersiz olan, yerlebir olmuş Antakya yardım bekliyordu. Gelen arama-kurtarma ekiplerinin sadece İskenderun’dan, 60 km mesafedeki Antakya’ya ulaşması 6-8 saat sürüyordu. Her gelen ve tek umudumuz olan, destek ve yardım konvoyları, durumu daha da kötüleştiriyordu. Artık şehrin merkezine ulaşmak mümkü değildi. Maalesef yaralıların tahliyesi de yapılamıyordu.

 

Çok şükür hastane açısından şanslı bir şehirdik. Her türlü imkana sahip yeterli sayıda özel hastahenemiz, devlet hastahenemiz vardı. Yardım gelene kadar, birçok kişiyi hayatta tutabilirdik… Șayet ayakta kalabilselerdi… Ama, ne yazık ki, en büyük 3 özel hastane, Antakya ve İskenderun devlet hastaneleri çökmüştü. Bu yetmezmiş gibi doktorların yaşadığı site diye bilinen binalar da çökmüş, onlarca doktor da enkaz altında kalmıştı. Devlet bir yolunu bulurdu bizi kurtarmak için. Umut bizi ayakta tutan tek şeydi. Bundan vazgeçemezdik. Peki onlar ne durumdaydı ?

 

***

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) Hatay İli Saha Raporu’na göre AFAD Hatay’da depremden sonra hızlı yanıt vermede gecikti, koordinasyonu sağlamakta özallikle erken dönemde yetersiz kaldı. İlk 48 saat yalınız kalan Hataylılar, ayrımcılığa uğradıklarını düşünüyor. Yardım gelseydi çok daha fazla insan yaşayabilirdi. Ekiplerin iki gün sonra sevk edilmesi, çok değerli bir zaman kaybedilmesi, yalınızca bireysel çabalar, az sayıda sivil toplum örgütlerinden gelebilen gönüllüler ve bazı yerel olanaklarla arama-kurtarma çalışmalarına başlanabilmesi, enkazdan canlı kurtarlabileceklerin sayısını sınırladı.

 

Öğretim üyeleri Prof. Dr. Pınar Oktay, Prof. Dr. Kayıhan Pala, Prof. Dr. Tacettin İnandı, Prof. Dr. Nazan Savaş, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Hizmetleri’nden Uzm. Dr. Pelin Șavlı Emiroğlu, Arş. Gör. Dr. Muhsin Güllü depremin en çok can, mal kaybı ve yıkıma yol açtığı Hatay’a 12 Șubat’ta gidip, altı gün sahada incelemelerde bulundu. Kentin depremden en çok etkilenen ilçeleri Antakya ve Defne merkez ilçeleriyle Belen, Samandağ, Kırıkhan, Arzuz, Dörtyol ve İskenderun’a gidildi.

 

Birebir görüşmeler, ziyaretler, gözlemlerle elde edilen bilgilerle ortaya konan rapporda önemli aksaklıklara dikkat çekildi. Rapora göre, bölgede hizmet vermeye çalışan kamu ya da sivil kuruluşları(STK) yetkilerinin ortak görüşü, karar süreçlerinin birleştirilerek tek elde (AFAD) toplanması bürokrasiyi artırdı, zaman kaybettirdi ve mevcut potensiyelini kullanamadı. Rapporda, “Kayıpların büyümesinin nedeni, başarılı bir risk yönetiminin olmaması” denildi.

 

Raporda, Sağlık Bakanlığı yetkililerinin çadır kamp alanları, buralarda konaklayanların sayısı, yaş ve cinsiyet dağılımı gibi herhangi bir bilgiye sahip olmadıkları yer aldı. “AFAD ile Sağlık Bakanlığı arasındaki koordinasyon eksikliği dikkat çekildi” dendi.

 

***

Asker mi ?… Sinirleri alılınmış, reflekleri yok edilmişti. Ordunun kimyası değişmışti, davranış şekli bu değildi. Öyle ki, o kritik süreyi neden kışlada geçirdiklerini bile açıklayamıyorlardı. Artık deprem bölgesindeki en yüksek (22 bine yakın) ölüm sayısına Hatay’da ulaşabilirdi. Artık bu cehennemi yaşayanlar için yakınlarının cenazezsine ulaşmak ve onları defnedebilmek tek gayeye dönmüştü. Bunu başarabilmek tek mutluluk kaynağıydı. Gelinen noktada; kainatta yapayalınız ve çaresiz brakılan bizlere, sadece “kader”e inanmak kaldı.

 

Sanırım gözbebeğimiz Kızılay’ımıza da heber verilmemişti. Yoksa o bizi asla böyle çadırsız brakmazdı. Soru yetkililere sorulduğunda; “be terbiyesiz, be ahlaksız, be namussuz, be adi” denildi. Nedir bu öfkenin altında yatan? Kızılay holdingini, kurduğu on şrketi konuşulmasın diye mi? Kızılay Çadır ve Tekstil A. Ș’yi ya da bu şirketin çadır fabrikasını devralıp çadır ihracına başlanmasını sorulmasın diye mi? “İyiliğin gücüyle insanın ve toplumun onurunu korumak, dirençliğini artırmak ve izdırabını dindirmek için çalışmak” amacı olan Kızılay’ın, Kızılay Gayrımenkul ve Girşim Sermayesi Portföy Yönetim A. Ș isimli şirketi nasıl olur denmesin diye mi?

Bu ülkede çaresi olan çaresizlikten daha kaç insan ölecek, kaç şehrimiz yok olacak, kaç madenimiz çökecek, kaç ormanımız yanacak ?… Ölen insanları sormamanın kahredici faturası.

Ama artık hayat, yaşamak için bu kez sormayı emrediyor.

Sor, sorgula ve yaşamı tazele.

Afetler karşısında başarız iktidarlar işte bu sorgulama nedeniyle kaybediyor.

Bu sistemin kurbanı olmayı reddedeceğiz….

Seçim yeni bir yol açacak Türkiye’nin önünde.

RELATED ARTICLES

Yorum Yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON HABERLER