Biraz kişisel, biraz duygusal olacak diye bu yazıyı yayıma göndermekten vazgaçmeyi düşündüm önce. Ama sonra benim gibi çok fazla insan olduğunu, dile getireceğim duyguların muhtemelen başkaları tarafından da paylaşılacağını tahmin ettim.
Konu seçimler. Hayatımız boyunca görüp yaşadığımız seçimler. Yani çocukluğumuzdan, gençliğimizden bu yana hep kaybettiğimiz neredeyse bütün siyasi seçimler… Ve bu pazar günkü sınavımız…
Ben, geçen hafta yurt dışı seçmeni olarak, bu sınava katıldım ve anavatandan uzak vatandaşlık görevimi yaptım.
Birkaç gündür bazı samimi arkadaşlarım, yıllardır beni izleyen saygı değer okurlarım bana da soruyorlar… “Yav arkadaş sen kime oy verdin, şunu açıkla da bileınlim!”
Bu konuya bugüne kadar hiç girmedim ama yazılarımı okuyanlar mutlaka tahmin etmiştir…
Ve ilk kez açıkça söylüyorum:
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na, Meclis seçiminde CHP’ye.
***
Genç yaşta anavatandan ayrılmış olmam, Türkiye’de yapılan seçimlerden neler hatırlıyorum diye hafızamı zorladığımda, aklıma ilk olarak “Halkçı Ecevit” sloganları ve “mavi gömlekli Karaoğlan”lı 1977 seçimleri geliyor.
Geldiğim ve yıllarca öğrencilik yaptığım Fransa’da De Gaulle’ün merkez sağ partisinin aralıksız 23 yıl (1958-1981) iktidarda kalmasından sonra iktidara gelen François Mitterandd’ın temsil ettigği sosyalist görüşlerine sahip Jenerasyon Mitterandd ile bir parça tanışmış/kaynaşmış kendisini Ecevit CHP’sinde gören bir genç yeni yetmeydim.
Onun için CHP’nin 1977 genel seçimlerde yüzde 41,4 ile kazandığında Fakültedeki diğer Türk arkadaşlarımla birlikte zaferi kutladım.
Sonra ne mi oldu?
Darbe oldu. Ve hayatımız karardı.
Ülkemde birçok çocukluk arkadaşım hapse atıldı, işkence gördü, ölenler oldu.
Ben, 14 yıl önce yurtdışına çıkmış olmamdan kendimi şanslı hissettim.
Uzaktan izlediğim memleketimde seçimler devam ediyordu: 1982’de Evren yüzde 91,4 oyla seçilmişti.
Sonra 1983, 1987, 1991, 1995, 1999 seçimleri…
“Biz” hiç kazanamadık, hep yenildik.
Sonra Erdoğan’lı ve AKP’li yıllarda yaşadığımız “yenilgiler serisi” başladı: 2002, 2007, 2011… Ve devamı… Referandumlar, cumhurbaşkanlığı seçimleri…
Yenilgiler, yenilgiler, yenilgiler…
Bir tek 2019’daki yerel seçimlerde yüzümüz güldü. Belki de bu, iki gün sonraki cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin işaret fişeğiydi.
***
Bugün neredeyse varlık yokluk sorunu olarak gördüğümüz bir oylamanın arifesindeyiz.
Uzun süredir Erdoğan, iktidarın değişmesi gibi Türkiye açısından eskiden çok doğal olan bir geleneği korkunç bir gerilimle reddetmeye, ne olursa olsun sonuna kadar koltuktan kalkmamaya yeminli görünüyor.
Ama niyeti ne olursa olsun, gücü eski günlerdeki gibi değil. Üstelik muhalefet geçmişten daha bilinçli, daha sabırlı, daha aktif, daha akıllı, daha kararlı…
Bu özellikler kazanmaya yeter mi? Emin değilim. Ama yeteceğini sanıyorum.
Bu seçimlerin 21 yıllık AKP dönemini bitireceğine inananlardanım. Hatta bunun pazar günü yapılacak birinci turda mümkün olduğunu umuyorum. Ve böyle olmasını yürekten istiyorum.
Bir akademisyen olarak bunları böyle açıkça yazmam, konuşmam doğru mu? Bugün ülkemizin içine sokulduğu kutuplaşma ortamında, baskılar, yasaklar ve tehditler içinde; yolsuzluğun, yoksulluğun tuzağından, nefret söylemiyle yönetilmenin bezginliğinden sıyrılacak için, evet! Net tavır koymak mümkün, hatta gerekli diye düşünen bu ülkenin yurttaşlarından biriyim.
***
Sonuçta artık kimse iktidarda öyle 15-20 yıl gibi uzun süre kalmıyor.
Bordeaux Üniversitesi’nde yaptığım Lisans İktisadı sürecinde, Hukuk bölümündeki arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine, derslerine katıldığım dünyaca ünlü Anayasa Hukuku hocaları Profesör Dmitri Georges Lavroff o zamanlar aynı zamanda François Mitterandd’dan sonra iktidara gelen Jacques Chirac‘ın da danışmanıydı.
Çok iyi hatırlıyorum ; bir gün derste bize şöyle bir soru sordu: “Sizce bir ülkede demokrasi var diyebilmemiz için en önemli ve olmazsa olmaz özellik nedir?”
Çeşitli yanıtlar verdik. Serbest seçimlerle işbaşına gelme. İnsan haklarına saygı. Hukuk devletine riayet vs. gibi.
“Bunlar tamam ama” dedi. “Pratikte bunlardan daha önemli olan somut koşul şudur: Bir ülkede iktidar uzun bir süre boyunca el değiştirmezse o ülkede gerçekten demokrasi olmaz. Daha doğrusu, bir ülkede iktidara alternatif bir muhalefet bulunmaz ve muhalefet makul bir süre sonra iktidara gelemezse o ülkeye demokrasi denemez. Bakın Fransa’da ne zaman muhalefet 23 yıl sonra iktidara gelebildi, işte Fransa gerçekten o zaman demokrasi oldu!”
Umuyorum ve inaniyorum ki Fransa’da De Gaull’dan bir Mitterrandd çıktığı gibi ülkemizde de Kemal Kılıçdaroğlu’ndan da bir Mitterrandd çıkacaktır.