Sosyal Haklar Derneği İskenderun Temsilciliği 6 Şubatta yaşanan deprem felaketi ile ilgili oldukça kapsamlı ve çarpıcı bir rapor yayınladı.
SHD İskenderun Temsilcisi Av. Bülent Akbay tarafından kamu oyuna açıklanan rapor şöyle:
SUNUŞ
Bazen felaketler, cinayetler ve katliamlar “geliyorum” der. Soma maden felaketi, 10 Mart gar katliamı, Çorlu tren Kazası, Aladağ yurt yangını, Amasra maden faciası ve Hendek havai fişek patlaması “geliyorum” diye haykı- ran vakalardı. Gücü elinde bulunduranların var olan koşulları düzeltmek için hiçbir şey yapmadığı bu olaylar bize göre birer sosyal cinayettir.
Bizler yıllardan beri, yönetenlerin kasta varan ihmali davranışları sebebiyle gerçekleşen ve sonucunun can ka- yıpları olacağını bildiği halde hiçbir önlem almadığı olaylara Sosyal Cinayetler diyoruz. Yaşanan doğa olaylarının gerekli önlemlerin alınmaması sebebiyle afete dönüşmesi de bu tanıma dâhildir.
Özellikle 1999 Marmara depreminden sonraki tüm depremlerde yaşanan her ölümün sorumlusu gerekli ön- lemleri almayan, bilim insanlarının ve uzmanları söylediklerini ciddiye almayan yöneticilerdir. 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli yaşadığımız depremler dünyada eşi benzeri görülmemiş bir felakete yol açtı. Bu dep- rem öngörülmüştü ve yetkililer insanı önceleyen politikalara sahip olmadıkları için göz göre göre on binlerce in- sanın ölümüne sebep oldular. 6 Şubat depremleri, ülkeyi yönetenlerin kasta varan ihmalleri sebebiyle sonuçları ağır olan bir sosyal cinayettir.
Sosyal Haklar Derneği, sosyal cinayetleri yakından takip eden ve bir daha yaşanmaması için adalet mücadelesi veren gönüllü bir kuruluştur. Silivri Cezaevinde, Anayasa Mahkemesinin “hak ihlali” kararına rağmen tutuklu bulunan, derneğimizin kurucusu ve halen yöneticisi, arkadaşımız, dostumuz Av. Can Atalay bu mücadelenin en önünde yer alanlardan biridir. O, Silivri cezaevindeki 20 metrekarelik hücresinden biz ise dünyanın en büyük açık cezaevi sayılacak deprem bölgesinden halkın sesini sesimize katmaya çalışıyoruz. Elinizdeki rapor SHD İs- kenderun Temsilciliği ve Av. Can Atalay tarafından birlikte hazırlandı. Tutuklu bir milletvekili olmasına rağmen Can Atalay, Hatay halkına karşı işlenmiş deprem suçlarının peşini bırakmıyor ve bunları kayıt altına almak için elinden geleni yapıyor.
Depremin ilk günlerinden itibaren deprem bölgesinde derneğimiz, faaliyetlerini yürütürken yalnızca yara sar- maya değil; aynı zamanda deprem suçları ile mücadele etme kararlılığıyla adalet için çalışmaktadır.
Hiç kuşkusuz depremden en ağır yarayı, kadim şehrimiz Hatay aldı. Şehrimizi tanıyamaz hale geldik. Bizler elinizdeki bu raporla, depremin birinci yılında, halkın sorunlarını ve yönetenlerin ders almaktan uzak tutumlarını kayıt altına almak istedik. Yaşanan felaketlerin nedenlerini ve sonuçlarını anlamaktan uzak yöneticilere, deprem bölgesinin içinden bir ayna tutmaya çalıştık. Yaşanan kahredici gerçeğin ancak bir parçasını gösteren bir ayna.
Gerçekleri halktan gizleyen, halkın sesine kulaklarını tıkayan ve halkın acılarını fırsata çeviren bir yönetim an- layışına karşı gerçekleri haykırarak; buradaydık-buradayız ve burada olacağız demek için bu raporu kaleme aldık.
Alanında uzman kişi ve kurumların, bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen depreme dayanıklı şehirler inşa etmediler. Yayınlanan raporları görmezden geldiler. Deprem fonlarında biriken devasa bütçeyi boşaltırken şehirlerde rant odaklı çıkar çetelerinin beton imparatorluğunu kurdular. Bunun bedelini 6 Şubat depremlerinde can veren on binlerle halka ödettiler.
Bu toplumsal trajedinin mimarları deprem sonrası tutum ve davranışlarıyla da yaşanan acıları büyüttüler, yaraları derinleştirdiler. Depremin hemen ardından dondurucu soğuklarda sokaklarda ve enkaz altlarında kalan yüzbinlerce insan günlerce devleti aradı.
Yoktular…
Enkaz altından uzanan eli tutmak için tek adamdan talimat bekleyenler, Gelen iş makinalarını günlerce şehir girişlerinde bekletenler,
Yardım malzemelerine el koyanlar, Yüzlerce yıllık kurumların içini boşaltanlar,
Arama-kurtarma faaliyetini siyasi şova dönüştürenler, Refakatsiz çocukları tarikat yurtlarına verenler,
Kayıp yok diyerek yakınları kaybolanlara bir mezarı çok görenler, Bebeklerin yoğun bakımda boğulmasına sebep olanlar, Hastaneleri fay hattının üzerine kuranlar,
Afetin yol açtığı acıları büyüttükçe büyütenler, nesiller boyu sürecek bir utancı insanlığın alnına sürdüler.
Oluşturduğumuz gönüllü ağı ile deprem bölgesinden bir gün dahi ayrılmadan yaralarımızı sarmaya çalıştık.
Depremin ilk gününden itibaren büyük bir seferberlik içinde bölgede gözlem ve incelemede bulunduk.
Bu rapor yaşadığımız yıkımın büyüklüğünü; bir yılın sonunda verilen sözlerin yerine getirilip getirilmediğini göstermek amacıyla yazıldı. Ve böylesi acıların bir daha yaşanmaması umuduyla.
Biliyorlardı
Henüz 2019 yılıydı ve Kahramanmaraş merkezli bir deprem olasılığı dikkate alınarak İçişleri Bakanlığı bün- yesindeki Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından bir deprem tatbikatı gerçekleşmişti.
İki gün süren tatbikatta dönemin İçişleri Bakanı Sü- leyman Soylu ekranların karşısında böbürlenerek tatbi- katın ilk saatlerinde “her şeyin kontrol altında, Sağlık Bakanı 5 dakikada, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı 15 dakikada deprem bölgesine intikal etti” diyerek hal- kın gönlüne su serpiyordu. Aynı tatbikatta temsili olarak Saffron Otel yıkılıyordu. 6 Şubat depreminde Saffron Otel yıkıldı. Yani olası bir depremde yıkılacak bir bina- yı dahi biliyorlardı. Onlarca insan Kahramanmaraş’ın en büyük otellerinden birinde ve tatbikatta dahi yıkılacağı tahmin edilen bir binada can verdi. Tatbikattan sonra geçen dört yılda bir çivi bile çakıp binayı depreme karşı güvenli hale getirmedikleri anlaşıldı.
Yetkililer biliyorlardı, bildiklerini ilan etmişlerdi ama önemsemediler. Sadece halkın parasını harcamakla meşgul oldular. Maaş alıp seyrettiler.
2020 yılında Kahramanmaraş İl Risk Azaltma Planı ( İRAP) kapsamında kentte büyük bir depremin yaşanma ihtimali dikkate alınarak hazırlanmıştı. Bu plan duyu- rulduğunda bilim insanları, siyasetçiler ve meslek oda- sı temsilcileri olası bir depreme karşı alınması gereken önlemler konusunda uyarılarını yaparken sürekli Kahra- manmaraş merkezli bir depreme dikkat çekerek önlem alınmasını talep ediyorlardı. 2020 yılında Kahramanma- raş İl Risk Azaltma Planından aynen aktaralım;
“Sonuç olarak, Kahramanmaraş yöresi ve çevresi, tektonik yapısı bakımından sismik aktivitesi yüksek olan birinci derecede deprem bölgesi içinde kalmaktadır. Böl- ge, diriliğini koruyan Doğu Anadolu Fayı ile Ölü Deniz Fayı’nın etkisi altındadır. Bu faylarda 200 yıllık bir enerji birikiminin olduğu ve sismik olarak oldukça yüksek bir potansiyel tehlikenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda fayların henüz disloke olmayan segmentleri- nin Kahramanmaraş yakınında yer alması bu kesimde risk derecesini arttırmaktadır. Bunun yanında yerleşme- lerin büyük çoğunluğunun çok zayıf zeminler üzerinde yer alması bu endişeyi daha da kuvvetlendirmektedir.”
Aynı planda kamu otoritelerinin ne yapması gerektiği vurgulanmış ve halkın deprem olasılığına karşı bilgilen- dirilmesi gerektiği belirtilmişti. 2020 yılında yayınlanan Risk Azaltma Planı neredeyse %100 isabetle bir deprem simülasyonu hazırlamıştı. Plandan aktarmaya devam edelim;
“Bölgenin çok uzun sayılabilecek bir durgunluk dö- nemi geçirmekte oluşu nedeniyle halk, olası bir deprem tehlikesinden habersizdir. Bu durum tehlikenin boyutunu bir kat daha artırmaktadır. Bu nedenle olası bir deprem- de can ve mal kayıplarını en aza indirmek için, meskun alanlarda zemin etütlerinin ayrıntılı olarak yapılması ve tehlikeli zonlardaki yapıların tahliyesi zaruridir. Ayrıca, yeni kurulacak köy, kasaba ve kentlerin kuruluş ve ge- lişme yerlerinin seçiminde deprem etkinliği ve deprem riski mutlaka dikkate alınmalıdır. Aktif faylardan uzak ve
sağlam zeminler üzerinde, betonarme ve statik hesapla- rı doğru olan, depreme dayanıklı binalar yapılmalıdır.”
Yönetenler depremin şiddetini ve etkileyeceği şehirleri doğru tahmin eden bu uyarıları dikkate almadılar. Bırakın depreme dayanıklı şehirler yaratmak, olası bir depreme karşı dayanıklı zeminlere dahi yöneltmediler.
Biliyorlardı önemsemediler.
AFAD’ın 2022 de hazırlanan ve 2023 yılı performans Programının sunuş yazısında İçişleri Bakanı Soylu, Afet- lere karşı alınan önlemlerde “dünya standartlarını ya- kaladığımızı” ilan etmişti. AFAD’ın internet sayfasında halen yer alan yazıda;
“Ülkemiz, özellikle AFAD’ın kurulmasıyla birlikte; 2002’den sonra yükselttiğimiz devlet gücümüzün katkı- sıyla ve özellikle Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu meseleyle bizzat ilgileri ve vizyonlarıyla, dünya standartlarında bir afet yönetim kapasitesine sa- hip olmuştur.” derken, devamla
“Artık Türkiye; AFAD’ın çatı kurum olduğu, ilgili bü- tün kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının bu çatı altında yüksek bir koordinasyonla uyum içinde çalıştığı; stratejik planları, uygulama planları, acil mü- dahale planları olan ve devasa tatbikatlar yapabilen bir kabiliyete sahiptir. Ayrıca, ciddi bir lojistik depo-teknik araç gereç-uzman personel-dijital altyapıyı bünyesinde barındıran, gönüllük sistemini gerek nitelik gerekse ni- celik olarak geliştiren ve sadece afetlere müdahale değil sosyal yardım anlamında da dünyanın en önde gelen kurumlarından birisine de sahiptir” diyerek aslında halkı açıkça kandırıyordu.
6 Şubat depremleri doğal afetlere karşı önlem alması gereken tüm kurumların içinin boşaltıldığını, halkı kandıran açıklamalar ve mizansellerle gerçeklerin gizlendi- ği, personel, temsil, tatbikat, eğitim ve benzeri adlar al- tında devasa bütçelerin ulufe gibi dağıtıldığı bir döneme ışık tutmuştur.
Betona dayalı kentleşme politikaları, tarım alanlarını, dere yataklarını, halkın nefes alacağı yeşil alanları, park ve bahçeleri imara açan bir sistem ve bu düzeni koruyan bir hukuk sistemine ihtiyaç duyar. Bu hukuk sistemini önce imar aflarıyla inşa etmeye başladılar. AKP’nin 2002
– 2018 yılları arasında 16 yılda 9 defa imar affı çıkardılar. 6 Şubat depremlerinde çıkarılan imar aflarının ağır sonuçlarını deprem bölgesinde gördük.
İmar afları on binlerce insanın ölümüne doğrudan etkisi oldu. Dünya tarihinin en ağır felaketlerinden birine halkımızı maruz bırakanların hukuk önünde hesap vermesi beklenir. Depremin 1 yılında hesap vermediler.
Hukuk
Henüz birkaç yıl önce yapılmış binalarda yüzlerce in- san ölmüş, depremde asla yıkılmaması gereken ve ola- sı depremlerde halkın yaralarını sarması gereken kamu binaları çökmüş, yazılı ve sözlü uyarılar kulak arkası yapılmış ise bunlardan sorumlu olanların yargı önünde hesap vermesi beklenir. Normal bir hukuk düzeninde aksi düşünülemez.
Ne yazık ki depremin birinci yılında adalet rafa kalktı ve kelimenin tam anlamıyla bir hukuk rezaleti yaşandı. Kamu binalarında devletin güvencesinde hayatını kay- beden bir tek kamu görevlisine henüz dava açılmadı.
Bilirkişi raporlarında kusuru tespit edilen kamu gö- revlilerine aradan geçen bir yıl içinde soruşturma izni dahi verilmedi.
Hiçbir kamu görevlisi tutuklanmadı. Bir tek kamu görevlisi dahi sorumluluk alıp istifa dahi etmedi. Hem de yıllarca yazılı ve sözlü olarak uyarıldıkları halde istifa etmediler. Raporları görmezden geldiler. Bilerek ve is- teyerek depremde yıkılacağını bildikleri halde insanları o binalara soktular.
Siyasi iktidar hukuk düzenini kendine göre dizayn etmekle kalmamış aynı zamanda yargı sistemini rant odaklı çıkar çevrelerinin hizmetine sunduğundan; so- rumluluğu olan kamu görevlilerinin tek tek paçayı sıyır- makta olduğu bir düzen tesis ettiler.
Kamu görevlilerine dava açmamak ve bu konuda bi- rilerini sorumluluktan kurtarmak için Hatay’da görev yapan deprem savcılarının istisnasız hepsi soruştur- ma izinlerini beklerken mağdur yakınlarının ifadelerini bekleyerek “ iş yapıyormuş” gibi görünüyor ama bir yıl içinde kamu binalarına dair bilirkişi raporlarını dahi dosyaya dâhil ettiremediler.
Bilirkişiler emre amade
Hatay’da depremin birinci yılında deprem suçları için açılan davaların tümü tıpkı diğer deprem yaşanmış il- lerde olduğu gibi “ taksir nedeniyle ölüme sebebiyet vermekten” dava ikame ettiler. Bu iddianamelerle açı- lan davalarda duruşma günü dahi beklenmeden kamu görevlisi olmayan müteahhitler, şantiye şefleri, yapı de- netim yetkilileri ve mühendislerin çoğu tahliye edildi.
Yüzlerce insanın öldüğü 4-5 yıllık binalar nedeniyle
açılan dava dosyalarında daha duruşma görülmeden tahliye kararları verildi. Bu konuda en çarpıcı dosyalar- dan birini T-24 yazarı Gökçer Tahincioğlu 20 Ocak 2024 tarihli yazısında gündeme getirdi. Aynen aktaralım;
“Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın önünde bir ra- por var… Öyle bir bilirkişi raporu ki depremden hemen önce yaptığı binada onlarca kişinin öldüğü müteahhit ve yapı denetim sorumlusunun, tutuklandıktan sade- ce 10 ay sonra hakimlik tarafından tahliye edilmesini sağladı.
Bu insanlar depremde en az 85 insanın can verdiği Ilgım Apartmanı’nda yaşıyorlardı. Genç ve depreme dayanıklı olduğu için satın aldıkları o bina, depreme birkaç saniye dayanabildi, Günlerce kurtarma ekibi gelmedi. İnsanlar cenazelerini gönüllülerin yardımıyla günler sonra çıkartabildi.
Depremin üzerinden bir yıl geçti ve Ilgım Apartma- nı’nın yıkılması soruşturması halen tamamlandı. Savcı- lık, Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden bilirkişi raporu talep etti.
Üç profesör, bir doçent, üç doktor öğretim üyesi ta- rafından hazırlanan rapor, tek bir kusurlu kişi ya da ku- rum bulunamadı.
2016’da ruhsat, 2020’de Yapı Kullanma İzin Belgesi verilen apartmanın bütünüyle yönetmeliklere uygun biçimde hazırlandığı, zeminden demire, betondan ki- rişe kadar hiçbir kusurunun olmadığı teknik bir dille anlatıldı.
Ve raporun sonuna şu not düşüldü:
“Proje, Yapım ve İş Bitim aşamalarında, tarafımıza ulaşan bilgiler doğrultusunda, herhangi bir sorumlu kişi bulunmamaktadır.”
Üniversitelerin aynı durumlara farklı raporlar verdi- ğine Hatay’daki deprem dosyalarında çok tanık olduk. Sorumluların siyasi iktidara yakınlığının raporlarda kar- şılığını bulduğuna dair iddialar ayyuka çıkmış durumda. Bu iddiaların haksız olmadığı kanaatindeyiz.
Davalar yanlış açıldı; taksir değil olası kast
Hiç kuşku yok ki yaşanan hukuki garabetler bilirkişi raporlarından ibaret değil. Hatay dahil deprem soruş- turmaları sonrası savcıların talebiyle deprem suçu işle-yenlere “ taksirle ölüme neden olmaktan” dava açıldı. Savcılar iddianame ile talep etti hâkimler de kabul et- tiler. Taksir bir mesleğin icrası sırasında tedbirsizlik ve dikkatsizlik demektir.
Oysa deprem soruşturmalarında gördük ki mesleğini icra eden kamu görevlileri, müteahhitler ve diğerleri;
Önlerine gelen “ depremde yıkılır” raporlarını gör- mezden gelip insanları yıkılacağı kesin olan binalara sokmuşlar,
Fay hatları üzerine inşaat yaptırmışlar,
Göl havzasında su basacağını bile bile elektrik tesisa- tını taşımayarak bebeklerin ölümüne yol açmışlar,
Kolon keserek, ek kat çıkarak, rüşvet vererek, de- netim yapmayarak, sahte raporlar vererek, demir ve çimentodan çalarak ve buna benzer sayısız usulsüzlük yaparak rant uğruna insanları betondan tabutlara gö- merek,
16 yılda 9 defa imar affı çıkarıp felakete zemin hazır- layarak hareket edenler yaptıklarının nelere yol açaca- ğını biliyorlardı.
Özetle insanların ölebileceğini öngörüyorlardı. Zaten bazıları yazılı ve sözlü uyarıldıklarını itiraf da ediyorlar. Ama “ne olursa olsun yeter ki rant elde edeyim” man- tığı ve motivasyonu ile neticeyi kabul ettiler. Bunun ka- nundaki karşılığı ise ‘taksir’ değil ‘olası kast’tır.
Bunun neden önemli olduğunu kanunda bu durum- lara öngörülen ceza miktarlarından anlamak mümkün. Türk Ceza Kanununa göre “ taksirle ölüme neden ol- mak” 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası “Olası Kast” ile ölüme neden olmak ise 20 yıldan 25 yıla kadar hapis cezasıdır.
Depremin birinci yılında Hatay’da açılan tüm davalar taksir sebebiyle ikame edildi ve ne yazık ki failin korun- duğu bir hukuk sisteminin uygulanmasıyla adalet rafa kaldırıldı.
Ağır hasarlı yönetimden organize kararnameler
6 Şubat depreminin ardından daha insanlar enkaz altındayken, yani depremin birinci haftasında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı “hasar tespit ça- lışmalarının bir hafta içinde tamamlayacağız” dedi. Bu açıklama bile depremin boyutunu, ağırlığını ve halkın yaşadıklarını algılamayan bir zihniyeti gösteriyordu. Hasar tespit çalışmaları aylar sürdü ve önemli ölçüde yanlışlıklar barındırıyordu. Hasar tespitinde hatır gönül ilişkilerinden suistimallere kadar her aşamada usulsüz- lükler yaşandı. Binlerce binanın hasar tespiti değiştikçe değişti.
20 Şubat tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamada “Güçlendirme diye bir mantık yok, hepsi- ni sıfırdan yapacağız” dedi. Bir kez daha depremin ilk günlerde başlattığı ihalelerle yandaş müteahhitler iş imkanı yaratan yönetim şimdi de müteahhitlerine iş sahasını genişletiyordu. Depreme dayanıklı yaşanabilir kentler yaratmaya, mevcut kaynakları değerlendirme- ye ve alanında uzman kesimleri dinlemeye ve bilimsel gerçekleri dikkate almaya ihtiyaç yoktu. Ekonomist ol- duğu kadar şehircilik uzmanıydı.
Birbiri ardına yayınlanan kararnamelerle tarım alan- ları, kültürel ve tarihi bölgeler, parklar ve bahçeler ima- ra açık hale gelebiliyor, getirisi yüksek arazilere acele kamulaştırma adı altında mülkiyet değiştirebiliyor ve rezerv alanı adı altında depremde hiç hasar görmemiş yapılar yıkılabiliyordu. Özetle hukuk siyasi iktidar için organize kazançlar sağlayacak şekilde dizayn edilirken Hatay halkı için sadece yoksulluk ve acı üreten bir me- kanizmaya dönüştürülüyordu. Depremin birinci yılında “hukuk ve adalet” adına yapıldığı ifade edilen icraatlar, Hatay halkını mağdur eden, çaresizlik yaratan, kaotik bir ortamda halkı nefessiz bırakan eylem ve işlemlerdi.
Danıştay’dan emsal karar
Depremin 1 yılında yıkılan binalarla ilgili olarak kamu otoriteleri sürekli sivil şahısları hedef gösterdi. Oys kamu adına hareket edenlerin açık hizmet kusuru, kamu hizmetinin geç işlemesi, hiç işlememesi veya gereği gibi işlememesi şeklindeki olaylarda hem tazminata hem de hapis cezası verilebilmektedir. Yine kurtarma ekiplerinin zamanında müdahale için geç kalmaları, kişi sayısı, ekip- man sayısında yetersiz kalması veya diğer nedenlerle yetersiz olmaları halinde kamu görevlileri yargı önünde hesap vermeleri gerektiği hem kanunlara hem de 1999 depremi sonrası alınan bazı yargı içtihatlarında belirtil- mektedir.
Danıştay depremin öngörülebilir olduğu bir durumda, idarenin yasal yükümlülüklerini yerine getirmediğinden hizmet kusuruna dayalı olarak sorumluluğu bulunduğuna hükmetmektedir (Danıştay 6. Dairesi, E. 2004/1477, 2004/2115, T. 12.04.2004). Benzer nitelikte birçok karar vardır.
Ülkemiz deprem kuşağında yer alan bir ülkedir. Dolayısıyla idarenin deprem nedeniyle oluşan zarardan, her hangi bir nedenle sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü devleti idare edenler tüm risk dereceleri belirlenmiş, deprem haritaları çıkarılmış, inşa edilecek olan yapıların teknik özellikleri dahi her türlü riski dikkate alarak vatandaşına güvence vermiştir.
Bu nedenle inşasına başlanan kalıcı konutlarda dolayı para alması yasalara aykırı olduğu gibi tazminat ödeme- si de zorunludur. Oysa Hatay’da başka ülkelerin yardım amacıyla depremzedeler verilmek üzere yapılan konutla- rı da vatandaşına satan bir siyasi otorite ile yönetiliyoruz.
Ne Tutuklanan Ne de İstifa Eden Yönetici Yok
03 Şubat 2024 tarihinde Adalet Bakanı Yılmaz Tunç depremin 1. Yılı dolarken deprem suçlarına dair istatis- tikleri açıkladı.
“Deprem bölgesinde yıkılan ya da üzerinde imara aykırı değişiklik yapılan binalarla ilgili yürütülen ceza soruşturmalarında, 2 bin 825 şüpheli hakkında işlem başlatılmış, bu kişilerle ilgili olarak 267’si hakkında tutuklama kararı, 984’ü hakkında adli kontrol kararı devam etmektedir.”
Bu açıklamadan anlaşılacağı gibi deprem suçlarına karşı aslında hiç mücadele etmemişler. 50 bini aşkın in- san ölmüş, 100 bini aşkın insan yaralanmış ve on binlerce bina yıkılmış ama sadece 267 kişisi tutuklanmış. Bunların arasında bir dizi kamu kurumunda, hastanelerde ölen ve hatta bile bile ölüme gönderilen insanlar olduğu halde bir tek kamu görevlisi yok.
Belli ki tutuklu olan sivil şahıslardan siyasi iktidara yakın olanlar ya firari, ya adli kontrol altında. Çok azı tutukludur. Onların da tahliyesi yakında gerçekleşir. Tu- haf olan bir tek istifa eden kamu görevlisinin olmama- sı. Dosyalarda beklenen bilirkişi raporlarının ancak ya- rısı gelmiş. Bakan Tunç tarafından yapılan açıklamada 1000 hakim-savcı görevlendirdikleri söyledi. Bu kadar hakim-savcı depremin birinci yılı biterken bir tek kamu görevlisine dava açmadı ya da açamadı.
Ölüme terkin itirafı
Cumhurbaşkanı 03 Şubat 2024 tarihinde Hatay’a geldi. Hatay halkı teslim edilecek kalıcı konutları bekliyordu. Hedefi 1 yıl sonrasına revize etti. Bu hayal kırıklığı yanında Hatay’lı deprem- zedelerin yüreğine korku salan bir tehdit ve bir yıllık sahipsizli itiraf etti. Açıklama aynen şöyle- di;
“Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre her- hangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı”
Bu açıklamadan iki sonuç çıkarıyoruz.
1- Depremin ilk gününden bu yana devleti yö- netenlerin Hatay’a siyasi nedenlerle sahip çıkıl- madığını, Hatay’lıların siyasi tercihleri nedeniyle ölüme terkedildiğini öğreniyoruz. “Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” cümlesi tereddü- te yer vermeyen açıklıkta bir itiraf.
2- Aynı açıklamada “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse” cümlesi yaklaşan ye- rel seçimlerde Hatay’lı depremzedelerin siyasi iktidarın tercihi doğrultusunda oy vermez ise başına gelecekleri anlatıyordu. Bu açıklama da tereddütsüz bir şantaj/tehdit niteliği taşıyor.
Hastaneler
Depremin bir afet olduğu ve binaları yıkacağına dair inanç orta çağda kaldı. Önemli olan depremin yapılara aktardığı etkileri gerçekçi olarak algılamak ve ekonomik çözümler üreterek depreme karşı direnç sağlayacak ta- şıyıcı sistemleri belirlemektir.
Hastaneler gibi olası bir depremde mutlaka ayakta kalması beklenen yapılar vardır ve mevzuatta bu tip kamu binaları için özel bir paragraf açılmıştır. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliğine göre hastane ve okul gibi kamu binalarının ‘bina önem katsayısı’ diğer binalara göre daha yüksektir.
Binaların yapı önem katsayıları birbirinden farklıdır. Hastane gibi binaların katsayılarının yüksek olması, bi- nayla ilgili hesapların ona göre yapılması, olası bir dep- remde dayanırlıklarının yükseltilmesi anlamına geliyor.
6 Şubat depreminde Hatay’da neredeyse tüm hastaneler çöktü ve kullanılamaz hale geldi. Bu yapılar- da inanılmaz ihmaller zincirinin yaşandığına, insanların göz göre göre ölüme gönderildiğine tanık olduk.
Depremin birinci yılında, Hatay’da, yönetmeliklere göre olası bir depremde mutlaka ayakta kalması beklenen ama en az 228 kişinin ölümüne doğrudan ve binlerce insanın ölümüne dolaylı olarak yol açan hasta- nelere ışık tutmaya çalıştık.
Sağlık sistemi çöktü
Deprem sonrasında kamu ve özel tüm hastaneler kullanılamaz hale geldi. Sağlık sistemi tamamen çöktü. Sahra hastaneleri kurulana ve hastalara müdahale imkâ- nı doğana kadar binlerce insan hayatını kaybetti. Binler- cesi de sakat kaldı. Hastane bahçelerinde ilkel koşullar-
da yapılan müdahaleler yetersiz kaldı. Depremde birçok alanda olduğu gibi sağlık alanında da devletin çaresizlik ve acizlik içinde olduğunu gördük. Deprem, özellikle Ha- tay’da, sağlık politikalarının iflas ettiğini net bir şekilde gösterdi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ilk depremlerin ardından bu durumu şu sözlerle ifade ediyordu;
“Hatay Eğitim Araştırma Hastanemizde ciddi hasar var. İskenderun Hastanemizin A bloku çöktü. Yaralıları ambulanslarla İskenderun’dan Mersin Şehir Hastanemi- ze naklediyoruz.”
Sağlık Bakanı Koca, artçı depremlerin ardından ise X hesabından bir marifetmiş gibi; bölgede sınırlı olanak- larla kentin çeperlerinde bulunan üç hastanede tedavi gören 95 kişinin Adana ve Dörtyol’a sevk edildiğini du- yurdu. Görülüyor ki kadim şehir, en fazla ihtiyaç duyul- duğu bir zamanda, insanlara sağlık hizmeti veremeye- cek kadar felç olmuştu.
Hatay’da üç büyük kamu hastanesi bulunmaktadır. Ne yazık ki üç hastane depremde kullanılamaz hale gel- di. Özel hastanelerin durumu farksız değildi. Hastaneler en çok ihtiyaç hissedilen bir zamanda yoktular. Bölgede başta Hatay olmak üzere depremden etkilenen illerde sağlık altyapısının, aile sağlığı merkezi ve hastane bina- larının çoğu kullanılamaz duruma geldi. Özel sektöre ait Hatay Akademi Hastanesi ve Defne Hastanesi ağır hasar görmüş, kısmen yıkılmış ve bu sebeple hizmet veremez hale gelmiştir. Tüm Hatay’da sismik yalıtımlı (izolatör bu- lunan ) tek hastane Dörtyol Devlet Hastanesiydi.
Sağlık sisteminin iflas ettiğin göstegesi olan hastane- leri incelemeye bu hastanelerin en yeni ve büyüğünden başlayalım…
Çocukların boğularak öldüğü hastane
Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi, depremden önce bölgenin en yeni ve en büyük hastanesiydi. 2016 yılında hizmete girdi. Depremde ağır hasar gördü ve kullanılamaz hale geldi. Savcılık belgelerine göre en az 80 kişi hayatını kaybetti. Bu hastanede çocuk ve kalp yoğun bakım üniteleri vardı. Katlar arasında bağlantı sadece asansörlerle sağlanıyordu. Merdiven bağlantısı yoktu. Yangın merdivenleri ise sigara içilmesin diye ki- litliydi ve depremde hastaları kurtarmak için buradan da müdahale edilemedi. Hatay Araştırma hastanesinde de yangın merdivenleri kullanılabilseydi bazı hastaların hayatı kurtulabilir miydi sorusu her zaman güncelliğini koruyacak.
Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesinin kentteki en modern ve en yeni sağlık kuruluşu olduğunu belirtmiş- tik. Deprem sırasında elektrikler kesildi, jeneratörler devreye girmedi. Elektrik olmadığı için yoğun bakımda olan hastalara, oksijen verilemedi. Hastalar dakikalarla ifade edilen sürede hayatlarını kaybetti. 6 Şubat dep- remlerinde henüz adı bile konmamış 29 bebek, toplam- da 80 kişi bu hastanede hayatını kaybetti. Hiçkimse bu ölümlerden dolayı sorumluluk almadı.
Antakya Cumhuriyet Savcılığı bu hastanede hayatını kaybedenler için 2023/9797 soruşturma numarasıy- la ayrı bir soruşturma yürütüyor. Bu soruşturma kap- samında müfettiş raporu da mevcut. Şüpheliler ayan beyan ortada olduğu halde bir tek tutuklu yok. Dava açılmış değil. Yakın zamana kadar dosyada gizlilik kararı vardı. Gizlilik kararı kalktıktan sonra savcı izine ayrılmış. Bu sefer de dosyanın incelenmesi için savcının gelmesi bekleniyor. Bu dosyada idari soruşturmaya dair belgeler olduğundan ve tüm şüphelilerin kamu görevlisi olması sebebiyle mağdur vekillerine dahi inceleme fırsatı veril- miyor. Nihayetinde dosyada mağdur olan A.G. ve vekili aradan bir yıl geçmesine rağmen dosyayı inceleyebilme imkânı bulamadılar.
Bu dosyada yetkililerin ağır ihmallerini, iki açıdan de- ğerlendirme ihtiyacı duyuyoruz. Öncelikle söz konusu hastane iki fay hattının geçtiği bir yer kuruluyor. Uzman- lar, zemininin, hastane yapmaya elverişli olmadığını ifa- de ediyor. Amik Gölünün kurutularak, üzerine inşa edi- len bu hastanenin yer seçiminin yanlış olduğunu, Birlik Sağlık Sendikası ve odalar hem yazılı hem de eylemli uyarılarla duyurmaya çalışmıştılar. Bu uyarılar görmez- den gelindi.
Diğer konu ise hastanenin tatil edilmemesinde so- rumluluğu olanlar. Kanunlarımıza göre gerek Başhekim gerekse İl Sağlık Müdürü can güvenliği sebebiyle has- taneyi tahliye edebilir ve hatta kapatabilirler. Böyle bir tehlike karşısında bu kararı almak zorundalar.
Rant uğruna ölümcül yer seçimi yapıldı
Dönemin Adalet ve Kalkınma Partisi Hatay Milletveki- li ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in ısrarı ile hastanenin bu alana kurulduğu iddia ediliyor. Hatırlanacağı gibi Ha- tay Havaalanı da aynı alana kurulmuş ve deprem sonra- sında kullanılamaz hale gelmişti. Bazı arazi sahiplerine rant sağlamak için kamu binalarının bu alana kurulduğu iddiası neredeyse herkesin dilinde.
Hastanede eşini kaybetmiş ve aynı hastanede görev- li A.G. ile görüştük. A.G. sağlıksız bir zemine sahip olan ve iki fay hattının üstüne kamu binalarını inşasına ka- rar verenlerin ardındaki siyasi iradenin birinci derecede sorumluluğu olduğunu ve bu nedenle hesap sormaya buradan başlanması gerektiğinin altını çizdi. Israrla Sa- dullah Ergin ile dönemin sağlık bakanı Recep Akdağ’ı işaret etti. 72 kişinin hayatını kaybettiği Ek binanın da aynı yerde inşa edildiğini belirtelim.
Buraya kadar kısaca özetlemek gerekirse; Amik Gölü kurutularak elde edilen araziler üstüne inşa edilen kamu binaları, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ana bina- sı, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ek Binası ve Ha- tay Havaalanı, rant uğruna, uzmanların ve bilim insanla- rının tüm uyarılarına rağmen ve ölümcül sonuçlara yol açma pahasına inşa edildi.
Söz konusu hastanenin TOKİ tarafından yapıldığını da vurgulamak isteriz.
Bu yapılar doğrudan en az 152, dolaylı olarak da bin- lerce insanın ölümüne yol açtı. Çünkü hastaneler dep- rem sonrası kullanılamadı. Buraya getirtilen yaralılar hayati önemde vakit kaybetti. Sağlık çalışanlarının yara- lılara müdahale edemedi. Hatay Havaalanı işlevsiz hale geldi için (depremden bu yana bir yıl geçmesine rağmen hala tam olarak faaliyette değil) bölgeye yapılacak yar- dım faaliyetleri sağlıklı bir şekilde yapılamadı.
Tüm bu nedenlerden dolayı yapılan soruşturmanın, öncelikle kamu binalarının fay hattı üzerinde ve göl havzasında inşasında ısrar eden dönemin yöneticilerini de kapsaması gerekmektedir.
Acil servisin girişi yükseltildi
Hastane, göl havzasında kurulmasından dolayı, şiddetli yağmurlarda su baskınına uğruyordu. Hastane- nin bodrum katları bu baskınlardan dolayı kullanılamı- yordu. Elektrik hattı sular altında kalıyor ve hastanenin eski Başhekimi’nin tabiriyle; “her su baskınında hat pat- lıyordu”.
Su baskınları o kadar sık gerçekleşiyordu ki hastane- nin acil servis girişi 6 metre yükseltildi. Alt katlar kullanı- lamaz hale geliyordu. Katların altındaki elektrik hattı ve bu sisteme bağlı jeneratörlerin yukarıya çıkarılması için gerekli ödenek talebi karşılanmadı. Söz konusu ödenek ise 250 ile 500 bin arasında. Yani hemen hemen bir ame- liyat parasına denk geliyor. Ödenek yokluğundan hatlar değiştirilmedi. Deprem sırasında elektrik hattı yine pat- ladı. Jeneratörler devreye giremedi. Bu yüzden yoğun bakımdaki hastalar, çoğu çocuk, boğularak öldüler.
Bu konuda da uyarılar yapılmış ama yetkililer önlem almamışlar. Başhekim defalarca Sağlık Müdürüne duru- mu ifade etmiş, sağlık müdürü ödenek yokluğundan bu talepleri red etmiş. Ama ikisinin de aklına yetkileri oldu- ğu halde hastaneyi tahliye etmek gelmemiş. Elbette bu durum bakana da iletilmiş o da bu duruma sessiz kalmış. Hatay İl Sağlık Müdürlüğü, TOKİ ve Sağlık Bakanlığına 2019’da yazı yazarak, hattın riskli olduğunu bildirerek alternatif hat istemiş. Bakanlık ile binayı inşa eden TOKİ yetkilileri sessiz kalarak ölüme davetiye çıkarmışlar.
İnsan hayatı işte bu kadar ucuz.
Uyarılara rağmen hastaneyi kapatmayan ve insanları göz göre göre ölüme sürükleyen bu yöneticilerin tümü- nün, bakandan başlayarak, TOKİ yetkilileri, sağlık mü- dürü ve başhekime kadar, yargılanması gerektiği açıktır.
Yukarıda numarasını verdiğimiz soruşturmanın kamu görevlilerini kapsayacak ve sorumluların cezalandıracak şekilde genişlememesi halinde sadece bir hukuki skan- dal yaşanmayacak. Aynı zamanda yöneticilerin bu sos- yal cinayetlere katılımı anlamına da gelecektir.
Depreme dayanaksız raporu olan Ek Binada insan
kıyımı
Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ek binası dep- rem sırasında tamamen yıkıldı. En az 72 kişi bu binada hayatını kaybetti. Bu binanın depreme dayanıksız oldu- ğu birden fazla raporlarla tespit edilmiş. Ama yetkililer bu raporları görmezden gelmişler.
Eski Başhekim Yunus Doğramacı binanın depreme
dayanıksız olduğunu ve yeni bina yapılması gerektiğini yetkililere yazılı olarak beş kez bildirmiş. AKP’den millet- vekili aday adayı olan dönemin İl Sağlık Müdürü Musta- fa Hambolat ise “Tepki çeker. Burada esnaf var. Siyaset- çiler var. Kapatırsak sıkıntı olur” şeklinde karşılık vermiş. Doğramacı yazılarında ısrarcı davranınca Sağlık müdü- rünün, durumu Sağlık Bakanlığı’na bildirdiğini ama öde- nek olmadığı gerekçesiyle adım atılmadığı yanıtı almış.
Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ek Binası’nın bir depreme karşı dayanıklılık ve güçlendirme projelerinin hazırlığı için Hatay İl Özel İdaresi tarafından 2011’de iha- le yapılmış. Ama çeşitli nedenlerle 6 Şubat depremine kadar ek binanın depreme karşı güçlendirilmesi yapıl- madığı gibi kullanılmaya devam edilmiş. Hem de onlarca yazışmaya rağmen. Bu binada sekizi hemşire en az 72 insan hayatını kaybetti.
Görüleceği gibi her şey ayan beyan ortada. Normal bir hukuk devletinde bu kadar kişinin ölümüne sebebi- yet verenlerin derhal tutuklanması beklenir. Oysa dava dosyalarında neredeyse hergün bir hukuki skandal ya- şanıyor.
Ek Bina ile ilgili soruşturma Antakya Cumhuriyet Sav- cılığında 2023/5593 numarasıyla yürütülüyor. Bu dos- yada da tutuklu yok. Dosya Karadeniz Üniversitesine bi- lirkişi raporu için gönderilmiş. Bu durumda dosya fiziki olarak incelenemiyor.
Karadeniz Teknik Üniversitesinden tüm suçu dep- remin şiddetine atan bir rapor verilebilir. Bu durum- da kamu görevlileri hukuki sorumluluktan kurtulur. Bu üniversiteden 6 Şubat sonrası dosyalara ibraz edil- miş ve müteahhitler dâhil tüm sorumluluğu depremin ivmesine atan bazı bilirkişi raporları var.
Dostalar alışverişte görsün soruşturması
Depremde tamamen yıkılmasından dolayı hizmet veremeyen kamu hastanelerinden biri de İskenderun SSK hastanesi. Bu hastanenin A Blokunun yıkımından dolayı en az 76 kişi hayatını kaybetti. Soruşturma İs- kenderun Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülüyor. Soruşturma numarası 2023/5447. Dava henüz açılmadı ve bu dosyada tutuklu kimse bulunmuyor. Kamu görev- lileri hakkında yürütülen diğer soruşturma dosyalarının akıbetini paylaşıyor. Bu dosyada da sorumluların derhal gözaltına alınıp haklarında dava açılacağı yerde hasta- nede vefat edenlerin mirasçılarının ifadesinin alınması işlemi yapılıyor. Yüzlerce mirasçıya şikâyetlerini sormak ise yıllar sürecek.
Söz konusu bina uzun yıllar önce yapılmış ve binanın müteahhitti ve fenni mesulleri vefat etmiş. Bu açıkça bilindiği halde soruşturmaya yıllar önce öldüğü bilinen insanlara yakalama kararı çıkardılar. Müteahhit A.Ö. ile fenni mesul S.T.’nin şüpheli olarak ifadesinin alınması kararlaştırıldı. Ama bu binanın yıkılacağını bildikleri hal- de hastaları ve sağlık çalışanlarını ölüme gönderenlere yönelik etkili bir işlem halen yapılmış değil. Üzülerek görüyoruz ki soruşturmalar “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla yürütülüyor. Etkili soruşturma yöntemleri savsaklanıyor. Asıl sorumlulular koltuklarında oturma- ya devam edip, elini kolunu sallayarak aramızda dolaş- maya devam ediyor. Hatta bazıları terfi bile etti.
İskenderu Devlet Hastanesi A blok performans analiz raporu 01.07.2012 tarihinde yapılmış. Bu raporda “Bu- rada kullanılan betonun basınç dayanım yetersizliği, kullanılan donatıların yetersizliği, maruz kaldıkları ko- rozyon, taşıyıcı sistemin yetersizliği sonucu bina perfor- mans düzeyi göçme durumu çıkmıştır. Bina maruz ka- lacağı olası bir deprem anında göçme durumundadır.” denilmektedir.
Hastane yönetimi bu rapordan haberdar. Çünkü kendileri yaptırmış. Binanın taşıyıcı sistemleri o kadar hasar görmüş ki göçmesi için bir depreme de ihtiyaç yok. Hastanenin Başhekimi bu konuda Sağlık Müdür- lüğüne sayısız defa yazılı talepte bulunmuş. Hastanede idari ve mali işler müdürlüğü yapmış C.E. savcılığa verdi- ği ifadesinde bu durumu şu şekilde anlatıyor;
“ Depremden sonra Başhekimimiz Veysel Yıldırım biz- leri toplayarak hastene imkanlarıyla 2012 de depreme dayanaklık yönünden test yaptırdığını, testin olumsuz gelmesi üzerine 2013 yılında depreme dayanaklılık testi ile birlikte resmi yazı ile İl Sağlık Müdürlüğüne ve Salık Bakanlığına bildirdiğini söyledi… Başhekimimiz bu ya- zışmalara cevap verilmediğini anlattı.”
Hatay’da bulunan en büyük üç kamu hastanesinde de durum aynıydı. Yetkililer bildikleri halde, bu konuda ellerinde belgeler olduğu halde tehlikeyi görmezden gelerek insanları ölüme gönderdiler. Yargı ise bu büyük suçun faillerini koruyan bir tutum sergiliyor.
Hiç ders alınmamış
Yukarıda deprem sırasında hastanelerin yıkılmaması beklenir demiştik. Bu konuda özel hastaneler dahil Ha- tay’da tüm hastaneler sınıfta kaldı. Deprem sonrasında yapılanlara baktığımızda da değişen bir şey olmadığını görüyoruz.
Depremden aylar sonra bile hastalara ve yaralıla- ra nitelikli müdahale yapılamadı. Depremin ardından İskenderun Devlet Hastanesinin bahçesinde sınırlı olanaklarla hizmet verildi. Sağlık çalışanları ve hastalar baskılara rağmen hasar gören binaya girmek istemedi- ler. Gelen hastaları çevre illere sevk etmek ve ilaç yazmak dışında bir hizmet verilmedi.
Görüştüğümüz S.İ adlı sağlık çalışanı depremin ikinci ayında hasarlı binaya zorla sokulmak istendiğini vurgulayarak;
“Labaratuar sonuçlarını almak ve numuneyi vermek için hızla ve korkuyla binaya girip çıkıyorduk. Bunu yap- mazsak işten atılmakla tehdit ediliyorduk” dedi. Baskı altında olduklarını söyleyen bir başka sağlık çalışanı Ç.G., binadaki hasarların alçı ve boya ile kapatıldığını görüntüleyerek kayıt altına aldı.
24 Mart 2023 tarihinde Hatay Defne Devlet Hastane- sinin temel atma töreni Cumhurbaşkanı Erdoğan tara- fından İskenderun’da göle dönmüş sahil şeridinde yapıl- dı. Temel atma töreninde, demir ızgara üzerine betonun dökülmesinden ibaret olduğu kısa sürede ortaya çıktı. O günlerin AKP Grup Başkanvekili Yılmaz Tunç, tartış- malarla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) yaptığı konuşmada temel atma törenindeki görüntünün temsili olduğunu söylemek zorunda kalmıştı.
Hatay Defne Devlet Hastanesinin 22 Mayıs’ta açıldığı duyuruldu. Ancak İnşaat halindeyken açılan ve hizmet veremez durumda olan hastaneyi iki gün sonra su bastı. Aradan geçen 8 aydan sonra bile her yağmurda bu has- tane sular altında kalıyor. Bu durum, Defne Devlet Has- tanesi yöneticilerin, depremin birinci yılında da insana değil; ranta önem veren bir zihniyeti temsil ettiklerini gösteren çarpıcı bir örnektir. Depremden hiç ders alın- madığını görmek için sadece bu örneğe bakmak yeterli.
Hatay’da depremin birinci yılında sağlık hizmetine ulaşmak maalesef olağan üstü bir çabayı gerektiriyor. Hataylıların yeni acılara açık bir hayata mecbur bırakıldığının altını önemle çiziyoruz.
Haberleşme
Telekomünikasyon şebekelerinin olası bir depremde ayakta kalmasının hayati önemde olduğu bilinmektedir. Her deprem sonrasında iletişimin kesildiğine tanık ol- duk. Bu konuda özellikle 1999 Marmara depremi sonrası yaşanan ve trajik sonuçlar doğuran iletişim meselesine dair problemler dile getirilmiş ve önlem alınması isten- mişti. Yetkililer, yaptıkları açıklamalarda sürekli halkın içinin rahat olmasını önlemlerin aldıklarını söylediler.
6 Şubat depremlerinde gördük ki iletişim neredeyse durdu. Haberleşme kesildi. Telekomünikasyon şebe- kesinde büyük bir yıkım yaşandı. Depremin üzerinden günler geçtikten sonra bile pek çok yerleşimde yerinde İnternet bağlantısı dahi kurulamadı.
Neredeyse dünyanın en pahalı internet ve mobil ileti- şim bedellerini ödeyen ülkemiz insanı en çok ihtiyaç his- settiği bir dönemde, hayati önemdeki iletişim ihtiyacını karşılayamadı. Gerek Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) gerekse GSM operatörleri depremi suçladılar.
Turkcell Hatay’da iletişimin kesilmesini şu sözlerle açıkladı; “Hatay’da 67 tane bina üstü istasyondan 64’ü yıkıldı. Şebeke elektriği kesilince fiber bağlantı da rad- yolink bağlantı da kesildi; çalışabilecek durumdaki istas- yon da devre dışı kaldı. Bölgede yedekli yapı olmasına karşın iletişim kesintilerin ana nedeni ise elektrik kesin- tisi ve baz istasyonlarındaki jeneratörlere iklim koşulları ve ulaşımdan kaynaklı güçlüklerden ötürü yakıt tedariki yapılamamasıydı.”
Diğer firmalar da benzer açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalardan anlıyoruz ki olası bir depremde alına-
cak önlemler için kaynak ayırmamışlar. Sadece para kazanmaya odaklanmışlar. Elektrik Mühendisleri Odası, 10 Şubat 2023’te yayımladığı “BTK’ye ve Cep Telefonu İşletmecilerine Acil Çağrı” başlıklı açıklamasında depre- min üzerinden 5 gün geçmesine rağmen bazı bölgelerle cep telefonuyla dahi iletişim kurulamadığını belirtiyor ve iletişimin hayati önemine vurgu yapıyordu.
En çok ihtiyaç hissedilen bir dönemde gerek kamu gerekse özel şirketler haberleşmeyi sağlayamadılar. Ulaştırma Bakanı Ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu 6 Nisan 2024 tarihinde bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada GSM operatörlerinin haberleşmeyi sağlaya- madıklarını ve bu nedenle operatör firmalarına para ce- zası kesildiğini belirtti. Bu 20 yıl boyunca tüm uyarılara rağmen ders alınmadığının itirafıydı.
Dönemin Ulaştırma Bakanı Ve Altyapı Bakanı Kara- ismailoğlu, aynı programda bir itirafta daha bulundu. Soru üzerine BTK tarafından internet iletişiminde “bant daraltma” uygulamasına geçildiğini belirtirken nedeni ve ne sürede uygulandığını bilmediği ortaya çıktı. Bant daralmanın nedeni sorulduğunda “öyle bir şey yapılma- sı gerekirdi demek ki ” diye cevaplarken “bant daraltma ne kadar sürdü” sorusuna “ o yoğunlukta takip edeme- dik, bant daraldığını da daha sonra fark ettik ” demişti.
Deprem bölgelerinde ağır bir felaket yaşanıyorken, haber alma hakkını daha da sınırlayan bant daraltma uygulamasına başvurulması sorunun daha da derinleş- mesine yol açtı. Ülkenin birçok yerinden yurttaşlar dep- rem bölgesindeki yakınlarına ulaşamadı.
Afet ve ötesi
Devletin afetlere karşı hazırlığının sadece kağıt üze- rinde kaldığını çok acı kayıplar yaşayarak gördük. Yapı- lan tüm o şaşalı toplantıların, sunumların ve hazırlanan raporların hepsi göz boyamak içinmiş. Afetler için top- lanan paraları ve ayrılan kaynakları har vurup harman savurmuşlar. Yaşayarak öğrendik.
Deprem sonrası günlerce enkazlara müdahale edeme- yen, organize olamayan, yeterli personeli hazır ede- meyen, askerleri bile ilk günlerde seferber edemeyen, yağmaları dahi engelleyemeyen, ihtiyaç malzemelerini sağlayamayan, enkazlardan çıkan cansız bedenleri kim- liklendiremeyen, morg hizmeti bile veremeyen, en- kazdan yaralı çıkarılanlara sağlık hizmeti veremeyen, refakatsiz çocuklara sahip çıkamayan bir devlete canlı yayınlarda tanıklık ettik.
Asli görevi, afet ve acil durumlarda can ve mal kurtar- ma, sağlık, iaşe, barınma, güvenlik, mal ve çevre koru- ma, sosyal ve psikolojik destek hizmetlerinin verilmesini koordine etmek olan Afet ve Acil Durum Yönetimi Baş- kanlığı (AFAD) kâğıttan ibaret bir kurummuş.
Afetlerde yanımızda olması gereken kurum yandaşların doldurulduğu bir arpalığa dönüştürülmüş. 2009’da İçiş- leri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulduğu günden beri her afet sonrası tartışmaların ve eleştirilerin odağı oldu. 20 günlük bir çalışanı şube müdürü olarak ataması AFAD’ın asıl misyonunu ne hale göstermektedir.
Afet sonrası iyileştirme planı ise ne yazık ki kağıt üze- rinde bile bulunmuyor. Afet sonrası iyileştirme aşaması yılların tecrübesine dayanan, nelerin yapılacağı çok açık bir süreçtir. Depremin birinci yılında gördük ki yöneten- lerin afetten etkilenenlerin yaşam koşullarını en azından eski duruma getirmeye yönelik bir planları olmadığıdır. Tüm çalışmaların el yordamıyla yürütüldüğünü gözle- rimizle gördük. Oysa iyileştirme aşaması, afetin panik
havası geçtikten sonra günlük yaşamın yeniden düzen- lenmesini gerekli kılar.
Raporumuzda görüleceği gibi, depremden bu yana bir yıl geçmesine rağmen, Hatay halkı her gün aynı plan- sızlık ve beceriksizlikle karşı karşıya kalıyor. Yöneticiler afet sonrası planlama ve koordinasyonda her icraatlarıy- la beceriksizlik rekorları kırıyorlar. Afet sonrası iyileştir- me çalışması, kısa dönemde hayatın normal akışı içinde toplumun gereksinim duyduğu elektrik, su, kanalizas- yon, doğalgaz ve haberleşme gibi çağdaş altyapılarının yenilenmesi ile uzun dönemde afetten etkilenenlerin normal hayata dönmelerini sağlayacak sistemin yeni- den yapılandırılmasına yönelik faaliyetleri kapsar.
Depremin 1 yılında Hatay’da depremzedelerin çadır yangınlarında, sel baskınlarında, kuralsız yıkımlarda, bir türlü düzenlenemeyen trafik keşmekeşi içinde ve elekt- rik kaçaklarında ölmeye devam ettiğine tanık olduk.
Afet sonrası iyileştirme planının hazırlanmasından ve uygulanmasından sorumlu olacak kurum dahi bulun- muyor. Oysa bütün bunlar afet öncesi planlanmalıydı. Geçici ve kalıcı konutların yeri planlanmış olsaydı ör- neğin Hatay’daki tarım alanları talan edilmez ve moloz yığınları yerleşim yerlerine dökülmezdi. Afet sonrası iyi- leştirme planında geçici ve kalıcı konutların kimler tara- fından yapılacağı dahi belirlenmelidir. Bu konular belir- lenmediği için jet hızıyla yapılan ihaleler, rezerv alan ilan edilen bölgeler, her yağmurda sular altında kalan geçici konutlar, hizmet veremez hale gelen hastaneler, talan edilen tarihi yerleşimler ve burada saymakla bitmeye- cek yeni yeni sorunlarla Hatay halkı muhatap olmak zo- runda bırakıldı. Deprem risk haritası çıkartılmadan kalıcı konutların yapımına başlanması, yer bilim kurallarına aykırıdır.
Sokaklarda gezen ölüm
Hatay’da binlerce bina yıkıldı ve yıkılmayı bekleyen de binlerce bina var. 19 Temmuz 2023 tarihli tarafından ha- zırlanan rapora göre 13.670 yıkık, 8.735 acil yıkılacak ve 58.874 ağır hasarlı bina vardı. Toplamda yıkılacak yapı sayısı 81.279 olup bu Hatay’daki yapı stokunun %22’sine denk geliyor. Yasada yapılan rezerv alanı değişikliği so- nucu bazı orta, az ve hasarsız binaların yıkılması da söz konusu olduğundan yıkılacak yapı sayısı daha da arttı.
Deprem bir yılını doldururken yaşanan felaketin ne kadar büyük olduğunu yapılar bilançosuna baktığımız- da daha da iyi anlıyoruz. Resmi verilere göre Hatay’da deprem öncesinde toplam 362.597 bina vardı. Bu bina- larda toplam 911.603 bağımsız bölüm varken depremde yıkılan, acil yıkılacak ve ağır hasarlı bağımsız bölüm sa- yısı 266.563’e çıkmaktadır ki bu da Hatay’daki binaların toplamının %29’una denk gelmektedir. Orta hasarlı ba- ğımsız bölümler ilave edildiğinde bu oran %34’e çıkmak- tadır. İşyerlerinde ise bu oran %43 olarak tespit edilmiş.
Bu veriler Hatay’da depremin, özellikle 7 ilçede (An- takya, Defne, Samandağ, Arsuz, Kırıkhan, Hassa ve İsken- derun) neredeyse her üç evin birinde ve her iki işyerinin birinde devasa bir yıkıma yol açtığını gösteriyor. Resmi rakamların soğukluğu, yaşanan felaket sonucunda orta- ya çıkan can ve mal kayıplarının acı gerçeğini ortaya se- riyor. Kadim şehrimizin yaşadığı kayıp tahmin ettiğimizin ve gördüğümüzün çok çok ötesinde.
Bu ağır tablo karşısında yönetenlerin, yaraları sarmak için atacakları adımlarda, hassas, etkili ve öncelikli ola- rak, geride kalanların can güvenliğini sağlayacak şekilde olması beklenirdi. Normal bir ülkede böyle olurdu.
Kontrolsüz, kuralsız ve denetimsiz yıkımlar
Hatay’da yıkımlar devam ederken sürekli dikkat çekti- ğimiz konulardan biri de yapılan yıkımların bölgede ya- şayanların can güvenliğini tehdit etmesidir. Asbest tehli- kesi o kadar ciddi boyutlara ulaşmasına rağmen yetkililer sadece yaptıkları enkaz kaldırma ihaleleriyle övünmeyi tercih ettiler. Hatay Valiliği depremin ardından henüz iki ay geçmişken web sayfasından;
“il genelindeki yaklaşık 51 bin yapının yıkımı ve yı- kıntı atıklarının taşınmasına yönelik ihale iş ve işlemleri 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümleri çerçevesinde büyük oranda tamamlanmıştır. Antakya ve Defne ilçele- rinde ihale, sözleşme ve yer teslim süreci tamamlanan ağır hasarlı yapıların yıkım işlemlerine 04.05.2023 tarihi itibariyle başlanılmıştır.” duyurusu yaptı. Valilik, bu du- yuruyu şu şekilde tamamlıyordu;
“Öte yandan geçici depolama sahalarında biriktirilen yıkıntı atıkları içerisinde geri dönüşümü mümkün olan demir, metal, plastik, tekstil, tahta, kâğıt vb. malzemele- rin ayrıştırılarak kalan beton atıklarının agregaya dönüş- türülmesine dair süreç de başlatılmıştır.”
Yetkililerin depremin ardından ağırlıklı olarak akçeli işlerle uğraşmaları ve temel konularda deprem bölgele- rinde kalanların yarasına derman olmaktan uzak tutum- larını Hatay’da 6 Şubat’tan bu yana neredeyse her gün gözlemlendi.Özetle Hatay’da caddelerde, sokaklarda yı- kım yapan iş makinaları tozu dumana katarak herhangi bir kurala uymak zorunda kalmadan yıkıma devam etti- ler ve ne yazık ki tüm uyarılara rağmen bu yıkımlara de- vam ediyorlar. Cadde ve sokaklarda hafriyat kamyonları gezici fabrika bacası gibi gökyüzünü toza boğuyor. Usu- lüne uygun yapılmayan yıkım işlemlerini daha iyi anlaya- bilmek için bazı tanıklıklar faydalı olacaktır. Ağır hasarlı evinin yıkımı sırasında M.A. yaşadıklarını söyle anlatıyor:
“Evimin bulunduğu apartman ağır hasarlı olarak tes- pit edilmişti. Dava açmıştım. Yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldı. Gece saat 20:00 de bana elektronik tebligat yapıldı. Sabah saat 07’de iş makinaları binaya dayandı. Ev eşyalarımızı almamamız için giriş kapısından yıkıma başladılar. Binada doğal gaz bağlantısı vardı. Elektrikler vardı. İtfaiye yoktu. Bu haliyle yıkıma başladılar. İhaleyi alan firmanın tek derdi eşyalarımızı yağmalamaktı.”
Yıkım çalışmaları o kadar kuralsızdı ki, Arsuz’da, bir başka tanık, İ.K. binada eşyasını almak için evinde bu- lunduğu sırada iş makinasının apartman girişindeki du- varları yıkmaya başladığını anlattı. Makine operatörüne bunu neden yaptığını sorduğunda ise “ Sadece duvarlara vurdum. Seni korkutup binadan çıkmak için yaptım” yanıtını almış.
Aralık ayının ilk haftasında yani depremin onuncu ayında İskenderun ilçesinde bir ilkokulun yanındaki ağır hasarlı binanın yıkımı çocuklar okul bahçesindeyken yapıldı. Yapılan yıkım sırasında çocuklar büyük korku yaşarken oluşan toz bulutu ve parçalar nedeniyle bah- çedeki çocukların çığlıklar içinde kaçtıkları anlar cep te- lefonu kamerasına yansıdı. Bu görüntüler sosyal medya- ya yansıyınca tüm Türkiye yıkımlarda yönetenlerin neyi öncelediğini gördü.
Yukarıda anlattığımız örnekler yıkım sırasında yaşa- nanların istisnai olaylar olmadığını gösteriyor. Ne yazık ki yıkım çalışmaları kontrolsüz bir şekilde yapıldı. Dep- remin birinci yılında Hatay’da yıkım çalışmaları herhangi bir kurala uymadan, kontrolsüz ve denetimsiz devam ediyor.
Bir nesil yok mu oluyor!
Depremin hemen ardından Hatay’ın neredeyse tüm ilçelerinden asbest tehlikesine dikkat çekilmiş, “kanser olmak istemiyoruz” çığlıkları atılmıştı. Yetkililer bu ko- nuda çelişkili açıklamalar yaptılar. Hatay Valiliği Asbest tehlikesinin varlığını inkâr ederken Çevre Şehircilik ve İk- lim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, depremin be- şinci ayında “İlk yapılan ihaleler alelacele yapıldığı için şartnamelerde bazı şeyler gözden kaçmış ” diyerek bir itirafta bulundu.
Nihayetinde korkulan oldu ve Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) akreditasyonu bulunan bir labora- tuvarda Çevre Mühendisleri Odası tarafından yapılan incelemelere göre; 2-3 Eylül 2023 tarihinde Hatay, An- takya Serinyol, Antakya Merkez ve Samandağ Yeşilköy, Samandağ Merkez ve Defne’den aldıkları 45 numunenin 16’sında asbest tespit edildi. Oda yetkilileri şöyle bir tes- pit daha yaptılar ki yaşanan vahametin boyutunu ortaya koyuyor;
“Araştırmayı yapmak için 2 günlüğüne bölgeye ge- len kişilerin arabasından dahi asbest numunesi çıktı. Yani asbeste ve hava kirliliğine maruz kalmanız için Ha- tay’dan geçmeniz bile yeterli” dediler.
Asbeste maruz kalanların ileride kanser olma, mev- cut hastalıkların ise genişlemesine yol açacağı aşikârdır.
Bilim insanları “ev içinde bile sıvanın dökülmesi, ev dı- şında ise doğa olayları nedeniyle sıvanın ya da çatının bütünlüğünün bozulması sonucu havaya karışan asbest liflerinin solunması sonucu, asbeste maruz kalınabil- mektedir” vurgusu yaparken, on binlerce binanın yıkıl- dığı bir ortamda Hatay halkının karşı karşıya kaldığı teh- likeyi hayal bile etmek mümkün değil.
Ana muhalefet partisi CHP depremin yedinci ayında yayınladığı raporunda aynı tehlikeye dikkat çekip yasa- lara uyulmadığını söyledi. CHP’nin raporunda “Asbest konusu büyük tehlike arz ediyor. En önemli sorunlardan birisi enkazların kaldırılmasına dair mevzuatlara uyul- mamasıdır. Malzemelerin ayrıştırmaları düzgün yapıl- mamakta ve sulama teknikleri mevzuatlara uygun ola- rak gerçekleştirilmemektedir.” vurgusu dikkat çekiyor.
Asbestin kısa vadede enfeksiyon, kalp krizi, KOAH, uzun vadede ise çeşitli kanser hastalıklarına neden ol- duğunu belirten Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Sevdar Yılmaz ise şunları söyledi:
“Hava kirliliği ile ilgili Hatay’ın verileri tehlikeli ölçü- de yüksek. Öte yandan okullar, yıkım işlemleri bitmeden başladı ve bu işlemler okulların etrafında devam ediyor. Bu işlemler özellikle çocuklarımızı ruhsal olarak da etki- liyor. Eğer önlem alınmazsa okul çevresindeki yıkımların bir neslimizi yok edeceğini düşünüyorum”
Yanlış okumadınız. Deprem sonrası Hatay’da yaşanan yıkım ve ayrıştırma yöntemleri bir nesli yok etmek tehli- kesiyle karşı karşıya bırakıyor.
Önlem alınmadı
Ne yazık ki 6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Ancak Hatay’da kontrolsüz yıkımlar nedeniyle “katil toz” olarak bilinen asbest tehlikesi sürüyor. Alı- nabilecek önlemler vardı, hala vara. Kısaca açıklamaya çalışalım.
- Asbest tehlikeden bütünüyle korunmak mümkün değilse de moloz yığınlarına, yıkım ve atık alanlarına eri- şim kısıtlanmalıydı. Oysa moloz istifleme alanları yerle- şim yerlerine çok yakın tarım alanlarına yapıldı.
- Asbest tehlikesini azaltma yöntemlerinden biri de enkaz kaldırma ve yıkım yapılan yapılarda toz oluştur- mamaya dikkat Ortamın ıslak tutulmasıdır.
İtfaiye olmadan yıkımın ve enkaz kaldırmanın yapılma- masıdır. Bu konuda da hassas davranılmadığı, hali ha- zırda bu kurala da uyulmadığı gözlemleniyor. Medyaya yansıyan yıkım görüntülerinde bu kurala istisnai olarak uyulduğu görünmektedir.
- Son olarak enkaz yüklü hafriyat kamyonlarının üstü- nün kapatılmasıdır. Hatay bölgesinde depremin ardından geçen bir yılda enkazdan alınan hafriyatı taşıyan üstü ka- palı bir tek kamyona rastlanmamıştır.
Toz bulutları, hava karışıp yağmurlarla Hatay halkının üzerine aktı; solunan havayla ciğerlerine doldu. Depre- min birinci yılında neredeyse tüm yurttaşlarımız hastalık- larla ve salgınlarla mücadele ediyor.
AFAD’ın Temmuz 2023 verilerine göre hafriyat kam- yonları günlük 2.913 sefer yaptı. Günlük sefer sayısı azal- sa da, bir yılın toplam sefer sayısına ulaşmaya çalıştık. Temmuz ayında hafriyat kamyonları toplam 97.134 sefer yapmış. Ocak 2024 tarihinde hafriyat kamyonların top- lam sefer sayısı 1.000.000’u aşmış durumda. Bu kadar hafriyat kamyonunun kaldırdığı asbestli toz yalnızca Ha- tay’da yaşayanları zehirlemekle kalmıyor, aynı zamanda bu tozlar toprağı ve yeraltı sularına sirayet ediyor.
Ne yazık ki yetkililer diğer konularda olduğu gibi bu ko- nuda da insan hayatını önceleyen bir tutum sergilemedi.
Moloz dağları toprağı da zehirliyor
Devletin 2022 yılı resmi verilerine göre depremden etkilenen şehirlerde bulunan tarım alanı tüm ülkedeki tarım alanlarının %16,92’sine denk geliyor. Deprem böl- gesindeki meyve, içecek ve baharat alanları ise ülkedeki toplam alanın %26’sı kadar. Diğer bir ifade ile Türkiye’de- ki bitkisel üretimin neredeyse beşte biri deprem bölge- sinde.
Dünya Bankası, 2023 yılı Eylül ayına ilişkin gıda fiyat- ları araştırmasını yayınlamıştı. Bu rapora göre Türkiye, dünyada gıda enflasyonunun en yüksek seyrettiği 4. ülke oldu. Avrupa ülkeleri arasında ise 1. sırada. Bu veri ön- celikle tarım alanlarının ve bitkisel üretimin ülkemiz için hayati önemde olduğunu gösteriyor. Tarım alanları bu kadar önemliyken deprem sonrasında yetkililerin, tarım alanlarını koruyabiliyorlar mı sorusunu sormak zorunda- yız.
Depremin ardından yıkılan binaların enkazları yerle- şim yerlerine yakın, tarım alanlarına döküldü. Neredeyse
tüm tarım alanlarında moloz dağları yükseliyor. Tarımla uğraşan yurttaşlarımızla konuştuğumuzda hepsi aynı şeyi söylüyor: “Asbest topraklarımızı zehirliyor.”
Temiz Atık Derneği Başkanı Esra Kara “asbestin oldu- ğu enkazın tarım alanlarına yakın bölgelere, hayvanların otladığı bölgelere asla atılmaması gerek” derken yeraltı sularını da zehirleyeceği uyarısını yaptı.
Tehlikeli Madde Uzmanı Kenan Yıldız’ın asbestin yanı sıra bölgede ağır bir kurşun oksit kirliliğine dikkat çekiyor. Yıldız, “Türkiye’de boyalarda kurşun oksit kullanımı yasak olmadığı için o bölgedeki hemen hemen tüm duvarlar kurşun oksitli boyalarla boyalı. Bu zehirli madde enkazla birlikte tarım topraklarına gidince yediğimiz marulla, iç- tiğimiz inek sütü ile bize ulaşacak” diyerek konunun öne- mine vurgu yapıyordu.
Çukurova Üniversitesi Öğretim Görevlisi Sedat Gün- doğdu da tehlikenin büyüklüğüne “Enkaz atıkları nerede bir zeytin bahçesi, bir portakal bahçesi, bir dere yatağı ve nerede bir sulak alan varsa yanına yamacına dökülüyor. Plastik, asbest, ağır metal ve diğer kirleticiler sonsuza ka- dar besin zincirine karışıyor” sözleriyle dikkat çekiyordu.
Hatay Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Sever ise önümüzdeki yıllarda yaşanacak sıkıntıları şu şekilde dile getiriyor; “Birçok tarla sahibinin, bu alanların ima- ra açılması yönünde beklentileri var. Su kaynaklarının doğduğu yerler, meyve bahçeleri ve zeytinlikler dikkate alınmadan molozlar, atıklar döküldü. Mutlak tarım ara- zilerine devlet tarafından, kira karşılığı konteyner kentler yapıldı. Taban suyu yüksek olmasına rağmen sel ve su baskını ihtimali olan yerler dahi dikkate alınmadan kon- teyner kentler, çadır kentler yapıldı. Amik, Samandağ, Ar- suz, Dörtyol ovası, sit alanıdır ve buralara kesinlikle yapı yapılamaz, herhangi bir şey dökülemez. Bu, kanunlara da aykırıdır. Çıkardıkları kanunları, önce kendileri çiğniyor. Konteyner kentler yapılırken, tabanlarına dökülen moloz ve betonlar, bu alanların da tarım dışına çıkmasına ne- den oldu”
Bu bölümü bir başka üreticinin, F.D.T. sözleriyle bitire- lim;
“Zaten toprakta eskisi gibi verim kalmadı. Biz burada sadece toprak kaybetmiyoruz. İnsan sağlığını da kaybe- diyoruz. Hatay, Türkiye’nin tarım ihtiyacının yüzde 21’ini karşılayan bir bölge. Bir süre sonra sadece deprem bölge-
sindeki insanlar değil, herkes has- ta olacak. Depremin öldürmediği insanlar ilerleyen yıllarda ne yazık ki kanserden ölecek.”
Hatay’da geçtiğimiz bir yıl için- de uzmanların uyarıları, halkın protestoları ve üreticilerin adeta yalvarırcasına dile getirdiği talep- leri yetkililer duymadı ve görme- di. Enkaz kaldırma işlemlerinde, yetkililerin doğayı ve insanı önce- leyen bir anlayış göstermediler. Karar vericilerin bundan sonra yasalara uyacağına ve önlemler alacağına dair umutlar beslemek için bir neden de görülmüyor.
Hayalleri sel aldı
Dondurucu soğukların yaşandığı günlerde gerçekle- şen deprem bölgede yaşayan yüzbinlerce insanın evsiz kalmasına yol açmıştı. Barınma sorunu ilk günlerden iti- baren yakıcı şekilde kendini hissettirdi. Yağışlar ve fırtı- nalar yıl boyunca eksik olmadı. Cumhurbaşkanı seçim ça- lışmaları boyunca depremzedelerin barınma sorununu en geç bir yıl içinde çözeceğini beyan etse de Hatay’da kalıcı konutlar sembolik sayıda kaldı. Evsiz kalmış dep- remzede yurttaşlara verilen konut sözü depremin birinci yılında tamamlanmış değil.
Oysa Hatay Valisi Mustafa Masatlı; “TOKİ projeleri kapsamında ihalesi yapılan ve ihale aşamasında olan ka- lıcı konut sayısı 32 bin 609’dur. Toplam planlanan kalıcı konut sayısı ise 73 bin 712’dir. Kalıcı konutların ilk etapla- rının kasım, aralık itibarıyla sahiplerine teslim edileceğini ön görmekteyiz. Tüm kurum ve birimlerimizle vatandaş- larımızın huzuru, güveni ve mutluluğu için her daim sa- hadayız ve çalışıyoruz. Bu süreci, devletimiz ve milletimiz el ele verip atlatacağız inşallah.” diye demeç verdiğinde depremin ardından 7 ay geçmişti.
Söz konusu tarihlerde depremzedelerin konteyner ihtiyacını dahi karşılayamamışlardı. Kentin her tarafında çadırlarda yaşayanların trajik öykülerini hepimiz biliyo- ruz. Bu gerçeklik karşısında kalıcı konutların bir yıl içinde teslim edileceğine dair iddia ancak mesnetsiz bir hayal olabilirdi. Şimdi depremin birinci yılındayız ve ne yazık ki kalıcı konutları bitmiş değil. Devlet adına hareket eden- ler depremzedeleri boş bir hayal ile avutmaya çalışmı.
Hatay Valisi’nin yukarıdaki demeci devletin televizyo- nu TRT’de yayınlandı. Aynı haberde konteyner kentte üç çocuğuyla kalan S.S üzerinden konteyner kenttekilerin “çok memnun, rahat ve huzurlu olduğu” belirtiliyordu. Hatay’ın kavurucu yaz sıcağında konteynerde veya ça- dırda yaşamanın ne demek olduğunu bilmeyen, empati- den uzak ve halkın sorunlarına yabancı bir yönetici daha “konteyner kentlerde yaşama güzellemesi” yaparak ne kadar başarılı olduğunu göstermeye çalışıyordu.
Oysa geçici yaşam alanlarında kalmak zorunda olan depremzedeler her yağmurdan sonra aynı travmayı ya- şadı. Barınma alanlarını su bastı, tüm eşyalar ıslandı. Konteynerlar akıttı, rüzgarda çadırlar uçtu, Yetkililerin ısrarla görmek istemedikleri, görseler dahi sorunu gi- dermek için harekete geçmedikleri yağmur, sel ve doğa olaylarının basına yansıyanlarını bir kez daha kayda ge- çirelim.
“Yetimden de öte bırakıldık“
- Depremin vurduğu Hatay, İskenderun’da sular yük- Caddeleri sel bastı. Çöken yollar yüzünden oldukça zorlaşan ulaşım, Hatay’da arama kurtarma çalışmalarını gittikçe daha da zorlaştırıyor. (07 Şubat 2023)
- Yoğun yağışla birlikte İskenderun ilçesinin farklı böl- gelerinde bulunan çadır kentlerin ve konteynerlerin etra- fı da çamur oldu. Hatay’ın İskenderun ilçesinde sağanak hayatı olumsuz etkiledi. Çadırlarda oturan depremzede- ler bu kez de yağmur mağduru (14.03.2023)
- Depremin vurduğu Hatay, yağmura teslim
Çadırlar su altında kaldı. Hatay, depremin 38. gününe sağanak yağışla girdi. Tüm geceyi çadır temizlemek ile geçiren vatandaşlar, çadırlarını olası bir yağmura karşı yükseltmek zorunda kaldı. Vatandaşların tek istedikleri konteynerlere yerleştirilmek. Hepsinin ağzından tek bir cümle çıkıyor: “Çok zor durumdayız, bize yardım edin.” (15.03.2023)
- 6 Şubat depremlerinde ağır hasar alan kentteki ça- dırları sel Hatay’da yaşayan eski futbolcu Gökhan Zan kentteki çadırların son durumunu sosyal medya he- sabından paylaşarak, “Malum önümüz kış. Kışa hazır- lıklar tamam!!! Hatay’da bugünkü son durumumuzdan bir kesit ile sizleri bu görüntülerle baş başa bırakıyoruz… Normalleşmeye adım adım yaklaşıyoruz!!! Hatay’dan herkese sevgiler” notunu düştü. (28.08.2023)
- Hatay’da meydana gelen sağanak yağış nedeniyle depremzedelerin kaldığı konteynerleri su bastı. Kontey- nerde yaşayan bir kişi elektrik akımına kapılarak vefat (02.10.2023)
- Dün geceki sağanak yağış sonrası Hatay’daki Uzun Çarşı su altında kaldı. Esnaf, suyu tahliye etmeye çalışır- ken yetkililere tepki gösterdi: “Yetimden de öte bırakıl- dık.” (02.10. 2023)
- Hatay’da dün gece itibariyle etkili olan sağanak ya- ğışta çadırların ve konteynerlerin çoğunu su bastı. Eş- yaları zarar gören, hemen hemen her yağmurda baskın yaşamaktan bıkan depremzedeler içinde bulundukları durumu “Keşke ölseydik, kurtulsaydık” sözleri ile ifade (03.10.2023)
- 6 Şubat’taki depremlerde ağır hasar Hatay’da dep- remzedelerin ihtiyaçları halen karşılanamamışken, böl- gedeki altyapı sorunları da çözülmedi. Bu yüzden, kentte etkili olan sağanak yağışlar sele dönüşürken, depremze- deler zor durumda kalıyor. (09.10.2023)
- Hatay’dan M. şunları söyledi: “Hatay’da yurttaşla- rın bir kısmı çadırlarda önemli bir kısmı ise konteyner- lerde kalıyor. Konteynerler ufacık yağışta su baskınlarıyla karşı karşıya kalıyor. Kışı nasıl geçireceklerini düşünüyor- lar. Yurttaşlar ısıtıcı, klima ve branda talep etmeye baş- ladı. Dayanışma için gönderilen destekler azaldı. Kentte kaliteli, içilebilir su yok. İnsanların taleplerinden biri de bu oluyor. Depremin ilk gününden bu yana aynı tablo var. Hükümetten ve yerel yöneticilerden insanların sorun- larına kalıcı çözüm bulmaları yönünde çağrı yapıyoruz. Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 9 ay geçti. Sorunlar ilk günkü gibi duruyor. Yıkılan kentlerdeki çadırlarda, konteynerlerde, hasarlı evlerde kalarak ya- şam mücadelesi veren depremzedelerin başta barınma olmak üzere birçok sorununa çözüm bulunabilmiş değil. Kışı konteynerlerde ve çadırlarda karşılamaya hazırlanan depremzedeleri zorlu günler beklerken, her sağanakta su baskınlarının yaşanması da bir başka sorun olarak du- ruyor. AFAD ise dün branda dağıtmaya başladı. Deprem bölgesinde mart ayında temeli atılan kalıcı konutlar ise tamamlanmadı. Depremzedeler, sahipsiz bırakıldıklarını belirterek “Verilen sözler tutulmadı” dedi.
11 ilin etkilendiği depremlerde bölgedeki sorunlar sürüyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan mart ayında “650 bin konutu 1 yıl içinde teslim edece- ğiz” sözünü vermesine karşın barınma sorunu çözüleme-
di.” (23.10.2023)
- Dükkânını su basan A. ise “Depremin üzerinde bir yıl geçecek ama biz her yağmur yağdığında aynı sorunla karşılaşıyoruz. Hiç bir çözüm yok ve hiçbir çalışma yok. Her yağmur yağdığında iş yerimiz sular altında kalıyor” ifadelerini kullandı. (05.01.2024)
- Konteynerleri su bastığını söyleyen L.U. şunları an- lattı: “Mayıstan sonra da bir yağmur bastırdı ve sel ya- şandı. Sel suları konteyner ve çadırları sürüklemişti. Örnek böyleyken önümüzdeki zorlu kış şartlarına hazır değiliz. İnsanlar evlerini Yağışlar olduğunda altına palet de koysak üstünü de kapatsak su basmasının önü- ne geçemiyoruz” (06.11.2023)
- Deprem sonrası yer yer 1 metreyi bulan çökmelerin yaşandığı İskenderun sahili, denizde dalgaların boyunun 5 metreyi bulmasıyla sular altında kaldı.
- Hatay Çiğdede, Deniz ve Kapısuyu (Çevlik) Mahal- lelerinde aşırı yağış ve fırtına sonrası olumsuzlukların giderilmesi için çalışmaların sürdüğünü bildiren Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Lütfü Savaş, Büyük- şehir Afet ve Acil Durum Koordinasyon Merkezi’ne bağlı birimleri 26 ve 27 Kasım’da yoğun yağışlardan etkilenen 25 vatandaşı evlerinden tahliye edip güvenli yerlere yer- leştirdiğini belirtti. Deniz yükselmesinden kaynaklanan su taşkının giderilmesi için tahliye kanalı açma, genel temizlik ve yol iyileştirme çalışmalarımız devam ettiğini açıkladı. (28.11.2023)
- Hatay’da etkili olan aşırı yağışlar sonrasında il gene- linde bulunan birçok konteyner kenti su bastı. Çadırda yaşayan depremzede vatandaşların da yağmur, soğuk hava ve şiddetli fırtınadan olumsuz yönde etkilendiği öğ- renildi. (10.12.2023)
- Hatay’ın İskenderun ilçesindeki sağanak yağış so- nucunda caddeler göle döndü. İskenderun ilçesindeki kuvvetli sağanaklar sebebiyle bazı bölgeler sular altında kaldı. İş yerlerini su basan esnaflar, şehirdeki altyapı so- rununa dikkat çekti ve çözüm talep (04.01.2024)
- Esnaf M. K. “Depremin üstünden bir yıl geçmesine rağmen şehirdeki altyapı sorunu sebebiyle iş yerimizi su basıyor. Bugün iş yerimize suların girmesini engelledik. Bir yıl önce yaptığımız küçük bent yeterli gelmemişti. De- niz taşkınları nedeniyle dışarıya doğru büyük bent yaptık ama bir ay önceki selde engel olmadı. Dükkânım sular al- tında kaldı” (05.01.2024)
- Hatay’ın İskenderun ilçesinde, gece etkili olan sağa- nakla sahildeki caddeler yine su altında kaldı, iş yerlerin- de baskın yaşandı. İstinat duvarı yıkılınca çökme tehlikesi yaşanan 5 katlı bina, tahliye edildi. 6 Şubat depreminde çöken İskenderun sahili yine göle döndü. Sabaha kadar süren yağış sonrası Çay Mahallesi, 15 Temmuz ve Atatürk Caddesi’nde diz boyu su birikti. Öte yandan İsmet İnönü Mahallesi’nde aşırı yağış sırasında 5 katlı binanın istinat duvarı yıkıldı. Duvar yıkılınca toprak kaydı, bina çökme tehlikesine karşı tahliye (13.01.2024 )
- Dünden beri etkili olan sağanak yağış Hatay’da ha- yatı olumsuz etkiledi. Yağış nedeniyle depremzedelerin kaldığı çadır ve konteynerleri su bastı. (17.01.2024)
Kayıplarımızı arttırdılar yaralarımızı derinleştirdiler
Ne yazık ki önlenebilir felaketlerle canlarımızı yitirdiği- miz bir ülkede yaşıyoruz. Her geçen gün daha fazla yaşa- yacağımıza her geçen gün daha çok ölüyoruz. Göz göre göre geliyorum diyen sosyal cinayetlere karşı, yapılan tüm uyarılara rağmen önlem alınmıyor. Deprem sonra- sında yaşanan, mal ve can kaybına yol açan önlenebilir
nitelikteki yangın ve sel gibi olaylar; geçici konaklama alanlarında dahi yer seçiminin doğru yapılmadığını gös- teriyor. İnsan hayatını ve mal kayıplarını önleyecek şekil- de tüm risklerin hesaplanması ve buna göre düzenleme yapılması bilimsel ve teknik olarak mümkündür.
İnsan hayatını öncelemektense sermayeye transferi odağına koyan yönetim anlayışı ölümcül karanlığı “fıtrat ve kader” diye tanımlayarak hem sorumluluktan kaçtı hem de rant odaklı icraatlarını gizlemeye çalıştı.
Ekosisteme, doğaya verilen geri döndürülemez tahri- batlar, yağan yağmurların toprakla buluşması yerine, şe- hircilik ilkelerinden, kültürel değerlerden ve bilimsellik- ten uzak kent planlaması sel felaketleri yaşamamıza yol açıyor. Geçici yaşam alanları hava şartlarına uygun değil. Yer seçimi de bir planlamanın eseri değil. Birçok kontey- ner kenti yanlış yanlış yer seçimi ile su baskınları yaşıyor. Bu baskınlardan sonra konteynerlerin su sızdırdığı da an- laşılınca bu sefer de branda dağıtılarak sorun çözülmek istendi. Fakat kuvvetli rüzgârlar günübirlik çözümleri ber- taraf etti.
Tuvalet ve banyo giderleri için de yer açılmadığından depremzedeler atık sular ve mikroplar içerisinde yaşa- mak zorunda kalıyor. Bu sebeple enfeksiyon yayılarak sal- gınlara yol açtı. Yaşam alanlarındaki hijyen koşulları çok yetersiz. Hijyen malzemeleri dağıtımı da çok az yapıldı- ğından geçici yaşam alanları her gün yepyeni sorunların yanında depremin ilk günü yaşanan sorunları da tekrar tekrar gündeme getiriyor. Sorunlar azalmıyor hem katla- nıyor hem de derinleşiyor.
Bilim insanlarının ısrarla uyardığı konuları duymayan, önlem almayan, mevzuatta gerekli düzenlemeleri yap- mayan bir zihniyetle yönetiliyoruz. Bu zihniyet, sel ve fırtına gibi doğa olaylarının afete dönüşmesine neden oluyor. Ve depremin birinci yılında depremdeki kayıpları- mızı daha da arttıran, yaralarımızı derinleştiren bir sonuç yaratıyor.
Yangınlar
Depremin hemen ardından birçok enkazda yangın çıkmış ve yetkililer yangınlara zamanında müdahale edememişti. Enkazlarda yanarak hayatını kaybedenle- rin kimliğini tespite yönelik DNA örneği dahi alınamamış olanlar var. Bu durumun varlığı yangınların depremin ilk günlerinden bu yana ciddi bir meseleye dönüştüğünü göstermektedir.
İskenderun Limanı’nda depremin hemen ardında baş- layan yangın ancak 13 Şubat 2023 tarihinde, depremden yedi gün sonra,Türk Silahlı Kuvvetleri ve İstanbul Büyük- şehir Belediyesi İtfaiyesi’nin devreye girmesiyle söndü- rülebildi. Karadan ve havadan müdahale edilerek ancak bir haftada söndürülebilen yangın, ardında sayısız soru işaretleri bıraktı. Yangın iki konuda ciddi sorunlar yarat- tı. Birincisi, limandaki yangın nedeniyle İskenderun şehri günlerce duman altında kaldı. Enkazlara çöken ağır ve kimyasal duman enkaz altında kurtulmayı bekleyenlerin durumunu kötüleştirirken, arama-kurtarma ekiplerinin de müdahale yeteneklerini kısıtladı. Depremin ilk gün- lerinde yetkililerin, yangınlara karşı verdiği sınav, tüm yıl boyunca Hatay halkının yangınlar karşısında yaşayacakla- rı ölümcül yalnızlığın işaretlerini verdi. Bu sınav yetkililer için sıradan ama Hatay halkı için trajik ve can yakıcıydı.
Depremle birlikte İskenderun Limanı’nda bir kon- teynerde başlayan ve daha sonra yayılan yangın, mü- dahalenin zamanında yapılmaması sebebiyle, resmi açıklamalara göre 1730 konteynerın içindeki yüklerle beraber tamamen yanmasıyla sonuçlandı. Limanı işleten Limakport İskenderun’un 17 Şubat 2023 tarihinde hazır- ladığı belgeye göre;
“5 bin 400 adet konteynerden yaklaşık 3 bin 670 adedi ise yanmamış halde kurtarılmış olup, depremden dola- yı devrilen konteynerlerin hasar durumları ayrıca tespit edilecektir. Yaklaşık bin 730 konteyner ise, içerisindeki yüklerle birlikte tamamen yanmıştır.”
Yangın bir konteynerde başladı ve yayıldı. Limanda onlarca vinç bulunurken yanan konteynerin diğer kon- teynerlerden yalıtılmaması, bunun akıl edilememesi ka- muoyunda bazı iddiaların gündeme gelmesine ve soru işaretlerine neden oldu. Bu yangının bilerek mi çıkartıldı, söndürme çalışmaları savsaklandı mı ve bu yangın liman- da yapılan usulsüz bazı işlemlerin üstünü örtmek için ba- hane mi edildi gibi sorular hala güncelliğini koruyor.
Öte yandan depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, yangın hakkında soruşturma açılmamış olma- ması son derece düşündürücüdür. Yetkililer bu kadar maddi (can kaybına da yol açabilirdi) zarara neden olan yangında ya soruşturacak bir şey görmüyorlar ya da so- ruşturmak istemiyorlar. Her iki durumda da yangınla ilgili kamuoyunda dillendirilen iddialar güç kazanıyor.
El Yordamıyla Öğrenme Yöntemi
Deprem sonrasında yüzbinlerce insan evsiz kaldı. De- vam eden artçı depremler nedeniyle yurttaşlarımız ha- sarlı veya hasarsız evlerine giremediler. Yüzbinlerce insan geçici olarak yaşayacakları çadırlara ya da konteynerlere yerleştirildiler. Bu toplu yaşam alanlarında çıkması olası olan yangınlara karşı yönetenlerin önlem alması bekle- nirdi.
Çadır malzemelerinin yanıcılık özellikleri dikkate alına- rak çadırlar arasındaki güvenlik mesafesine dikkat edil- meliydi. Çadırlarda ve konteynerlerde ısıtma ve pişirme üniteleri ile mekanik, elektrik tesisatları ve bacalarda alınması gereken güvenlik önlemleri titizlikle uygulan- malıydı. Bu tür önlemlerin mevzuatlarda yer almasına rağmen yetkililerin bu konuda da duyarsız davrandıkları- nı ve gerekli önlemleri almadıklarını görüyoruz. Bir yıllık yangın bilançosuna baktığımızda yangınlara karşı önlem- lerde “el yordamı ile öğrenme” yönteminin kullanıldığını görüyoruz. Toplu yaşam alanlarında kalan yurttaşlarımı her an yangın tehlikesiyle karşı karşıya. Ve yetkililer bu durumun önene geçmek için bilimden ve teknikten fay- dalanmama ısrarlarına dikkat çekmek istiyoruz.
Hatay yanıyor her türlü yanıyor
Depremden bu yana basına yansımış Hatay’da çıkan yangınlar şu şekilde;
- Antakya Güzelburç Mahallesi’ndeki aroma ve esans fabrikasının enkazında, işçilerin malzeme ayıklama işle- mi yaptığı sırada yangın çıktı. (25.02.2023)
- Hatay’ın Arsuz ilçesinde deprem nedeniyle evleri zarar gören ailenin kaldığı çadırda, fırtına nedeniyle bir- birine çarpan elektrik tellerinden düşen kıvılcımlar nede- niyle yangın çıktı. Çadırların yanısıra iki otomobil yandı. (08.03.2023)
- İskenderun’da depremzedelerin kaldığı çadırda çı- kan yangına uykuda yakalanan 3 kardeş yaralandı. Yaralı kardeşlerden 4 yaşındaki Elif Mislina Eker hayatını kay- Abla Yeşim Eker’in ise ağır yaralandı. (26.03.2023)
Kardeşinden 24 gün sonra da hemşire olan ablası Ye- şim Eker’de (17) yaşamını yitirdi.
- Hatay’daki çadır kentte yürekleri ağza getiren bir yangın meydana geldi. Merkez Antakya’ya bağlı Akevler Mahallesi’nde vatandaşlar tarafından kurulan çadır kent içerisindeki bazı çadırlarda henüz belirlenemeyen ne- denle yangın çıktı. (17.05.2023 )
- Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde bulunan ve depremze- delerin konakladığı çadır yaşam alanında yangın çıktı. ( 06.2023)
- Antakya Akasya Mahallesinde, TOKİ konutlarında yangın çıktı. (19.06.2023 )
- Hatay’ın Defne ilçesine bağlı Gümüşgöze Mahalle- si’nde depremzede vatandaşların kaldığı çadırda yangın çıktı. (02.07.2023)
- Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde AFAD’a ait 87 çadırın bu- lunduğu çadır kentte çıkan yangında 50 çadır yandı. Can kaybının yaşanmadığı yangında büyük hasar meydana 87 çadırın 50’si tamamen yanarken vatandaşlara
ait eşyalar da kül oldu. (05.07.2023)
- Antakya ilçesinde, çevresinde depremlerde yıkılan yapıların enkazı bulunan bir evde çıkan yangın, itfaiyenin müdahalesiyle söndürüldü. (05.07.2023)
- Hatay Defne ilçesi Çekmece Mahallesi’nde çadırlar- da yangın çıktı. (17.09.2023)
- Hatay‘ın merkez Antakya ilçesinde, 6 Şubat’taki dep- remlerde ağır hasar alması nedeniyle boşaltılan 2 katlı binada çıkan yangın söndürüldü. (02.10.2023 )
- Hatay’ın Samandağ ilçesinde evleri depremden hasar gören Oğur ailesinin kaldığı çadırda yangın çıktı. (05.10.2023 )
- Hatay’ın Antakya ilçesine bağlı Haraparası Mahalle- si’nde çadırda yangın çıktı. (14.11.2023)
- Hatay’da depremzedelerin kurduğu 5 çadır yangında kül oldu. Hatay’ın Samandağ ilçesindeki yangında çadır- lar kullanılamaz hale (23.11.2023)
- Hatay’ın Defne ilçesinde bulunan Doğa Koleji’nin ar- kasındaki Prefabrik Kent’te meydana gelen yangın, he- nüz belirlenemeyen bir sebepten dolayı korku ve endişe yarattı. (05.12.2023
- Hatay Reyhanlı’da depremzedelerin kaldığı çadırda yangın çıktı. Çıkan yangın rüzgârında etkisiyle kısa sürede büyüdü. (05.12.2023)
- Hassa İlçesi TOKİ İnşaatında 2 ayrı konteyner yangını yaşandı. Konteynerde meydana gelen yangında ölen ya da yaralanan olmadı. (08.12.2023 )
- Antakya Maşuklu’da bulunan Aziziye Konteyner Ken- tinde bir konteynerde de yangın çıktı. (08.12.2023)
- Hatay’ın 3 ilçesinde depremzedelerin çadırları kül Hatay’ın 3 ayrı ilçesinde depremzedelerin kaldığı çadırlar yandı ve zarar gördü. Samandağ İlçesi Cumhu- riyet Mahallesi Malik Yılman Caddesi’nde, İskenderun ilçesi Kocatepe Mahallesi’nde ve Antakya ilçesi Habib Neccar Mahallesi’nde meydana gelen çadır yangınların- da depremzedeler şimdi çadırsız da kaldı. (11.12.2023)
- Hatay’ın Antakya ilçesine bağlı Aksaray Mahallesi’ne bağlı Şükrü Balcı Caddesi’nde bulunan çadır kentte yan- gın çıktı. Çadırlar yanarak kül (20.12.2023)
- Antakya’da çadırlar ve konteynerler de yangın çık- tı. Kış mevsimi ile birlikte ortaya çıkan ısınma sorununa çözüm sırasında yaşanan iş kazaları, şanssızlıklar ve de ihmaller sonucu çadırlar ile konteynerlerdeki yangınlar sürüyor. (22.12.2023)
- Defne ve Antakya’da yangın 2023’ün son günlerinde Antakya ve Defne ilçelerinde çadır yangınlar meydana Defne İlçesi Harbiye Mahallesinde meydana gelen çadır yangını çağrılan itfaiye ekiplerinin çalışmasıyla kısa sürede kontrol altına alındı, ancak çadır ve içindeki mal- zemelerin tamamı yandı. (31.12.2023)
- Hafta sonunda bir diğer çadır yangını ise Antakya Cuma pazarında yaşandı. Antakya İlçesi Esenlik Mahal- lesi Cuma pazarı içerisinde çadır yangını meydana gel- Yangında çadır ve içindeki malzemelerin tamamı kül oldu. (31.12.2023)
- Hatay’ın İskenderun ilçesinde bulunan Limak Kon-
teyner Kentte meydana gelen yangın, hızlı müdahaleyle kontrol altına alındı. Yangın sonucunda konteyner kulla- nılamaz hale gelirken, can kaybı veya yaralanma yaşan- madı. (06.01.2024)
- Hatay’ın Samandağ ilçesinde, prefabrik evde çıkan yangında 4 ve 1 yaşındaki iki kardeş hayatını kaybetti. İtfaiyenin müdahalesiyle söndürülen yangında İsacan
- ve kardeşi Doğa’nın (1) yaşamını yitirdiği
(07.01.2024)
- Hatay’da meydana gelen konteyner yangını, itfaiye ekiplerinin hızlı müdahalesiyle kısa sürede söndürüldü. (11.01.2024 )
- Hatay’ın merkez Antakya ilçesinde depremlerde ha- sar gören kafede çıkan yangın itfaiye ekiplerince söndü- rüldü. (14.01.2024 )
- Yangın, Kırıkhan ilçesi Alsancak Mahallesi’nde bulu- nan konteyner kentte meydana geldi. Mahallede bulu- nan konteyner kentte, bir konteyner yanmaya başladı. (22.01.2024)
Depremin birinci yılı geride kalırken Hatay’da çadır ve konteyner kentlerde çıkan yangınlarda 4’ü çocuk en az 5 kişi hayatını kaybetti. Onlarca kişi yaralandı. itfaiyenin müdahale etmek zorunda kaldığı, toplu yaşam alanla- rında bizim tespit edebildiklerimize göre 25 yangın ger- çekleşti. Bu yangınların bir tanesi bile gerekli önlemlerin alınması için yeterli olmalıydı. Depremin birinci yılında Hatay’da toplu yaşam alanlarında gerçekleşen yangınlar endişe verici bir noktaya gelmiştir.
İnsanların yangında ölmemesi için yapılacaklar çok mu zor? Kimse bu konuda yetkilileri uyarmıyor mu?
Birçok konuda olduğu gibi afet sonrası yangınlara karşı alınacak önlemler konusunda alanında uzmanlar tarafın- dan uyarılar yapılmış ve hatta basın açıklaması ile uyarı- lar kamuoyuna duyurulmuştu. TMMOB Kimya Mühen- disleri Odası Yönetim Kurulu adına Zuhal YAZICI imzalı “Deprem sel ve benzeri doğal afetler sonrasında kurulan çadır ve konteyner alanlarında oluşabilecek yangın, sel risklerine karşı önlemler” başlıklı bir basın açıklaması yayınladı. 06.05.2023 tarihinde yayınlanan açıklamada neredeyse her ayrıntıya ve uluslararası standartlara yer verilmiş. Oda yöneticileri yetkilileri bu konuda uyarmayı görev bilmişler.
Depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, dep- remzedelerin kaldıkları toplu yaşam alanlarında hala yangın çıkıyor ve insanlar ölüyorsa yetkililerin uyarıları dikkate almadığını ve görevlerini yerine getirmediklerini söylemek zorundayız
Kayıplar
Kamuoyunun ve yetkililerin, yeterince ilgi ve hassasi- yet göstermediği konulardan biri de deprem sonrasında kaybolanlar. Marmara depremi sonrasında gerçekleşen ve ABD ülkesine kaçırılan depremzede çocuklarına dair itiraflar, derneğimizi Kahramanmaraş merkezli deprem sonrası kaybolanlara dikkatleri çekmeye yöneltmiştir.
Deprem sonrası kaybolan kişi sayısının bini aşkın ol- duğu; hem bu mevzuya özgü çalışma yürüten Deprem Mağdurları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği (DE- MAK) yöneticilerinin, hem de Tekirdağ Milletvekili Cem Avşar tarafında İçişleri Bakanına yanıtlamak üzere veri- len yazılı soru önergesinden öğreniyoruz. Devletin hiçbir makamı bu konuda açıklama yapma ihtiyacı duymuyor. DEMAK deprem bölgesinden 142 kişinin derneklerine resmi başvuru yaptığını duyurdu.
Aile ve Sosyal Hizmet Bakanı Mahinur Özdemir Gök- taş, 13 Ocak 2024 tarihinde yaptığı açıklamada “Dep- remde kaybolan 1912 çocuğun bir tanesinin bile kayıp olmadığını” söyledi. Bu açıklamadan deprem sonrası ilgili bakanlığa ulaşan çocuk kayıp sayısının en az 1912 olduğunu anlıyoruz. Bakan adeta itiraf gibi açıklamayla; kendilerine kaybolduğu bildirilen 1912 çocuğun sırrının çözüldüğünü de iddia ediyor. Oysa aynı bakanlık depre- min birinci ayında kendilerine ulaşan refakatsiz çocuk sayısının 1915 olduğunu açıklamıştı
Gerçek öyle mi?
Yaptığımız saha ve açık kaynak araştırmasında halen birçok aile kayıplarını arıyor. Kılıç ailesinden 3, Kamçılı ailesinden 3, Delen ailesinden 3, Dönmez ailesinden 4, Mursaloğlu ailesinden 3, Köse ailesinden 3, Koyuncular ailesinden 4, Karaveli ailesinden 3, Bahadırlı, Horşit ve Kırık ailelerinden 1’er çocuğun kayıp olduğunu tespit et- tik. İskenderun kaymakamlığı ise sadece İskenderun’da 11 kayıp olduğunu ve araştırmaya devam ettiklerini söy- lüyor.
Kayıpları araştırmak üzere faaliyet yürüten dernekler varken, yakınlarını sosyal medya aracılığıyla arayanla- rın paylaşımları dururken Aile ve Sosyal Hizmet Bakanı
Mahinur Özdemir Göktaş’ın “ bir tanesi bile kayıp de- ğil” açıklaması temelden yoksun ve gerçekleri yansıtma- maktadır.
Yetkililerin çelişkili açıklamaları, şeffaflıktan uzak ta- vırları ve halkın acılarını anlamaktan yoksun tutumları kayıplar konusunda sağlıklı bir veriye ulaşmamızı engel- liyor. Depremin 1. Yılında yetkililer depremde kaybolan- ların sayısını dahi bilmiyorlar. Bu nedenle inkâra yöneli- yorlar. Deprem nedeniyle kaybolan kimsenin olmadığını söylemek mümkün olmadığı gibi hayatın olağan akışına uygun değil. Nitekim nüfus kayıtlarında halen yaşıyor görünen ama haber alınamayanların sayısı Hatay’da bin- lerle kaybolanların adına kayıtlı ama depremden buyana sinyal alınamayan cep telefonlarının sayısı ise on binler- le ifade ediliyor. Tüm çabalarımıza rağmen kaybolanların sayısı konusunda tam bir rakam veremezsek de deprem sonrası kaybolanların hiç te az olmadığı kamuoyuna yan- sıyan haberlerden anlaşılıyor.
Bu nedenle çalışmamız sırasında bir başka soruya ya- nıt aradık; “deprem nedeniyle kaybolanlar konusunda yetkililer sorumlulukla ve hassasiyetle davrandılar mı?
Bu soruya ne yazık ki olumlu yanıt veremiyoruz. Kısa- ca açıklamaya çalışalım;
Enkazlarda demir madenciliği yaptılar
Depremin ilk günlerinde henüz enkazlardan çığlık sesleri yükselirken Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk deme- cinde konut ihalelerine yer verdi. Hemen ardından mül- ki idareler enkaz kaldırma ihaleleri yaptılar. Depremde yakınlarını arayanlar tarifsiz acılar yaşarken yetkililerin asıl niyetlerinin rant olduğunu görüyor ama hiç kimse yönetenlerin bu denli büyük bir kalpsizlikle hareket ede- bileceğine ihtimal vermiyordu.
Depremzedeler, büyük bir umutla sevdiklerini enkaz başında beklerken, arama faaliyetlerine son verilip, en- kazlar iş makinalarıyla kaldırılmaya başlandı. İşte o za- man yakınlarını arayan yurttaşlarımız kendilerinin ne kadar yalnız, terkedilmiş ve sahipsiz olduklarını bir kez daha anladılar.
Ne kadar acı ki enkazlarda ceset parçaları iş makina- larının kepçelerinde sallandı. Bu görüntüleri tesadüfen yakalayan depremzedeler ve gazeteciler kamuoyuna gerçekleri duyurmaya çalıştı. Bu görüntüler buzdağının görünen ucuydu. Neredeyse her sokaktan kayıp sesleri yükselirken enkazları kaldırılamaya devam ettiler. Enkaz- lar tarım alanlarına moloz yığını olarak istif edildi. Bura- da iş makinaları demirleri ve molozlarda kalan değerli eşyaları ayıklamaya başladı. İhaleyi alanların tek derdi kar etmekti. Depremin 1. yılında depremzedeler kayıp olan sevdiklerinin bedeni bulunma ihtimali ile uykusuz geceler yaşarken, ihale sahipleri günün ilk ışıklarıyla, daha çok para kazanma hırsıyla moloz sahalarına gittiler.
Enkaz ayıklama sahasında görüştüğümüz saha çalı- şanlarına çıkan cenaze parçalarını ne yaptıklarını sordu- ğumuzda “İlk günlerde patronlara bildirdik ama patron- larımızdan işinize devam edin yanıtı aldık. Daha sonra artık görsek de görmedik.” dediler.
Enkazlar kaldırılmaya başlandığından bu yana Kamu adına moloz sahalarını denetleyen hiçbir yetkili olmadı. Geniş ve çok sağlıksız olan enkaz toplama alanlarında cenaze parçalarını bulmak artık neredeyse imkânsız hale geldi.
Moloz sahalarında bulunan beden parçalarının soruş- turma yürüten savcılıklara iletildiğine dair herhangi bir vaka veya kayıt bulunmuyor.
İnsan bedenleri enkazlara gömüldü
Birçok enkazda canlı bulunduğuna dair ses alınma- yınca arama faaliyetleri durduruldu. Yakınlarına ulaşa-
mayan yurttaşlar enkazlarda nöbeti tuttu. Daha sonra enkaz kaldırma çalışmaları başladı. İş makinaları zemin seviyesine gelindikten sonra enkaz kaldırma çalışmaları- nı durdurdular. Diğer bir ifadeyle yıkılan binaların zemin üstündeki enkazlar kepçelerle kaldırılıyor, bu arada çıkan insan bedenleri teslim ediliyor, daha sonra da temelde- ki demirler alındıktan sonra saha düzleştirilerek oradan ayrılıyorlardı. Yani zemin seviyesinin altında bulunması muhtemel bedenler bırakılıp gittiler.
Bu durum depremzedelerde bir başka yara açılmasına yol açtı. Yakınlarını enkazda bulunamayanlar, sevdikleri- nin yaşıyor olduğuna inanmaya başladı. Enkazlarda yete- rince arama yapılmaması depremzedelerin yakınlarının yaşıyor olduğu umudunu beslemeye başladı. Kabullen- me daha sancılı bir sürece dönüştü.
İskenderun’da görüştüğümüz K.C. adlı depremzede yeğeninin enkazdan çıkarıldıktan sonra şaşkın şekilde yürüyerek uzaklaştığına dair birçok ihbar aldıklarını ve çaresizce aramaya başladıklarını ama depremin üstün- den geçen 11 aydan sonra onun enkazda bırakıldığına inandığını söyledi. K.C gibi görüştüğümüz onlarca dep- remzede yüzlerce insanın bedenlerinin enkazlarda kaldı- ğına inanıyor.
Ölü de sahipsiz
Depremin ilk günlerinde devlet yetkililerinin hiç olma- dığını beyan eden depremzedeler enkazlardan çıkardık- ları bedenleri hastane bahçelerine ve mezarlıklara gö- türdüklerini belirttiler. Cansız insan bedenlerinin üstüste istif edildiğini, bu kaos ortamında hiçbir işlemin sağlıklı yürümediğini özellikle vurguladılar.
Birçok depremzede kendi imkânları ile enkazdan çı- kardıkları yakınlarını aile mezarlığına gömdüklerini, bilgi- lerini çok sonra yetkililere bildirdiklerini beyan ediyorlar. Birçok kişinin depremde vefat ettiği halde nüfus kayıtla- rında halen yaşıyor görünmesinin sebepleri arasında bu gerçeklik yatıyor.
Depremde Eda Apartmanında beş yakınını kaybeden
Z.A. tanıklığını şöyle ifade idiyor: “Enkaz çalışmaları bi- tince beş yakınımızı bize teslim ettiler. İki ay sonra eniş- temin ve teyzemin cesetlerinin bir başkasına ait oluğunu söyleyen yetkililer mezarları açtırdılar. Oradan iki bedeni alıp gittiler. Beş ay sonra teyzemin kimsesizler mezarlı- ğında olduğunu bildirdiler. Ruh halimiz paramparça. Tey- zemi hala kimsesizler mezarlığından almadık. Belki eniş- temiz de bulunur ikisini aynı anda alırız diye düşündük. Bir yıl oluyor ve eniştem S.H ise hala kayıp. Ne yapacağı- mızı bilemiyor haldeyiz.”
Antakya’da gelinini ve oğlunu kaybeden bir anne ise
B.H. günlerce enkaz başında beklerken çıkan cesetlerin enkaz etrafında saatlerce istiflendiğini, onların sokak kö- peklerinden korumak için nöbet tuttuklarını anlatırken çok sayıda kayıp insanın olduğuna bizzat şahit olduğunu belirtti.
DNA işlemlerinin çok sonra başlaması ve DNA örneği alınamayan (yanmış olması v.s. sebeplerle) birçok kişinin kimlik tespitinin yapılamadığı dikkate alındığında halen binlerce kayıp vakasının olduğunu söyleyebiliriz. Savcı- lıklarda eşleşme yapılamayan DNA listeleri tespitimizi yerinde olduğunu gösteriyor.
Hatay Antakya’da yaşayan M.H.B. evlat edindiği kızını depremde kaybetti. Kızı M.B. L. i kaybeden baba, kızının cenazesinin bulunması için delil olarak verdiği saç örne- ğinin de kaybedildiğini söyledi. Son umudu da uçup git- mişti.
Yakınlarının cansız bedenlerini, sırtında, motosikletle, at arabası veya araçlarıyla taşıyanlara dair görüntüler hafızalarımızda tazeliğini korurken; Devleti, depremde hayatını kaybedenlerin bedenine ve kimliğine sahip çı- kamadığı gibi; kayıp yakınlarına karşı merhametsiz ve ciddiyetten uzuk bir tutum içinde olduğunu üzülerek be- lirtmemiz gerekiyor.
Diri de sahipsiz
Depremin birinci yılında deprem bölgesinde bir soru daha sorduk. Depremde hayatını kaybedenlere morg, kefen ve dua imkânı sağlayamayan yetkililer enkazlardan canlı çıkanlara sahip çıkabildi mi?
Bazı depremzedelerin anlattıkları yönetenlerin bu ko- nuda da sorumluluktan uzak, vicdandan yoksun bir tu- tum sergilendiğini gösteriyor.
İskenderun Güleryüz Apartmanında kaybolan B.G’den umutla haber bekleyen annesi “Oğlum enkazdan çıkan ilk kişiydi, bilinci kapalıydı ve onu canlı görenler var. Oğ- lum nerede? ” diye haykırıyor. Acılı anne çocuğunun bu- lunabileceği umudunu taşıyor.
Hatay’da yıkılan İlke Apartmanı’nda üç yakının kay- beden S.K. ise gitmedikleri hastane, sevgi evi, çocuk evi kalmadığını belirtirken, yüzlerce ailenin kayıplarını aradı- ğına şahit olduğunu vurguluyor. Aynı binada 5 aylık to- rununu kaybeden A.K.de, “çocuklarımızı bulun” diyerek acısını haykırıyor.
İskenderun’da bilinci açık şekilde çıkarılan ve hastane- ye gönderilen M.A’nın ayağı kırıktı. Ablası ile dayısına hastanın ameliyat için helikopterle Mersin’e sevk edile- ceği söylenerek hasta ambulansa bindirilmiş. İ.K hayati tehlikesi olmadığını vurguladığı ve bilinci açık halde am- bulansa teslim ettikleri kız kardeşinden bir daha haber alamamış.
- Ö, Hatay Antakya’da depremde saniyeler içinde yı- kılan Rönesans Rezidans’ın enkazında kalan 36 yaşında- ki kızı T. K. ile torunları 3 yaşındaki M.K. ve 1 yaşındaki M.A.’ya aylardır ulaşamadığını söyledi. S. Ö, Aile ve Sos- yal Hizmetler Bakanı Göktaş’ın “1912 çocuktan bir ta- nesi bile kayıp değil” ifadelerine tepki şöyle dile getirdi;
“Kayıp çocukların sayısı 1912 ile sınırlı değil, daha fazla. Yangın çıkmayan, bulunduktan sonra kaybolan yüzlerce çocuk var. Bu çocuklar nereye gitti? Kapsamlı araştırma yapılması gerekiyor. Sevgi evlerine, hastane- lere bakılsın, parmak taraması yapılsın. Başka dernek ve kurumlar mı aldı araştırılsın. Bu çocuklar kaçırıldı mı? Biz nasıl araştıralım? Böyle bir gücümüz, yetkimiz yok. Rönesans’ta 51 kişi kayıp, 8-9 tanesi çocuk. Bizim isteği- miz devletin ivedilikle bu işe el atması. Bir aileden 8 tane çocuk kayıp. Bu olabilir mi? 8 çocuk aynı aileden nasıl kaybolabilir?”
Bir başka kayıp yakını, S. Ş. İse Antakya’daki Çinçin Apartmanı’nın yıkılması sonucu kızını damadını ve 4 torununu kaybetmiş. İkiz torunları henüz 7 yaşındaydı. Diğer torunlarından biri 17 yaşında, en büyüğü ise 21 ya- şındaydı. Anne babaları da enkazdan çıkmadığı için DNA eşleşmesi bile yapılmıyor. S.Ş. feryadını yönetenler duyar umuduyla şu sözlerle dile getirdi; “Kaçırıldılar mı bunu da bilmiyoruz. Biz sürecin titiz yürütülmesini istiyoruz. Nerede bu insanlar? Başvurmadığımız yer kalmadı, te- meli bile kazdırdık oradan da çıkmadılar. Yetkililere ses- leniyorum. Mezarlarına bile razıyız, çocuklarımızı bulun.”
Her sokaktan benzer olayları dinliyor, aynı haykırışları duyuyoruz. Ve ne yazık ki yetkililerin deprem sonrasında da sorumluluktan uzak tutumlarına tanık oluyoruz. Bu tutum depremzedeler üzerinde hiç kapanmayacak yara- ları açtı ve açmaya devam ediyor.
Bir ata sporu olarak inkar
Son olarak, Hollanda’da refakatsiz şekilde bulunan ve depremzede olduğu açıklanan çocuğun o ülkeye nasıl gittiğine dair bir araştırma yapılmadı. Dönemin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, bulunan çocuğun Türk uyruklu olmadığını bildirmekle yetinmiş çocuğun depremzede olarak o ülkeye nasıl gittiği ile ilgilenmemiş- ti. Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Selçuk Ünal ise Hollan- da polisinin neden önce kendilerine haber verilmediğine kızmakla yetinmişti.
Bakan Derya Yanık tarikatlara teslim edilen refakatsiz depremzede çocuklar için de benzer bir inkâr politikası izlemişti. Aile bakanı iddialar karşısında önce “Refakatsiz hiçbir çocuğu derneğe, vakfa teslim etmemiz söz konusu değil” demişti. Daha sonra annelerinden koparılarak Sa- karya’ya getirilen depremzede çocukların İsmailağa adlı bir Cemaatin işlettiği yurtta tutulduğu ortaya çıkmıştı.
Yukarıda konu hakkında beyanına yer verdiğimiz mevcut Aile ve Sosyal Hizmet Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın da kendinden önceki AKP’li bakanların izinden gittiğini görüyoruz. Mevcut iktidar döneminde “sonuna kadar inkâr” bir devlet politikasına dönüşmüş durumda.
‘Sesimize ses olun, bize yardım edin’
Depremde yakınlarını bulamayan depremzedeler so- nunda örgütlenmeye karar vererek Deprem Mağdurla- rı ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği’ni (DEMAK) kurdular. Dernek olarak Meclis’in kapılarını aşındırma- ya, milletvekillerinden yardım talep etmeye başladılar. Talepleri ise çok basitti; depremde kaybolanlar için bir araştırma komisyonu kurulması. Ne yazık ki depremzedelerin bu çığlığına da devleti yönetenler sağır ve dilsiz kaldı. Mecliste ço- ğunluğu elinde bulunduran ittifak depremde kayıpları inkâr etmeyi tercih etti.
DEMAK Yönetim Kurulu Başkanı Selahattin Kaban oylama öncesinde şöyle seslenmişti;
“Binlerce insanımız kayıp. Deprem Mağ- durları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Der- neği olarak Sayın Cumhurbaşkanıma, Sayın bakanlarıma ve 600 milletvekiline buradan
sesleniyorum! Kayıplarımız için araştırma komisyonu kurulması girişimde bulunmaları önergesinde bulunuyo- ruz. Kurulacak olan komisyonda Fethi Kabirlerin tekrar yapılması, molozların taranması, Akıl Ruh ve Sinir hasta- nelerinde, Sevgi Evlerinde ve Yaşlı Bakım evlerinde bulu- nan depremzedelerin DNA’sı ve parmak izi alınarak aile- lerle eşleştirme yapılması, Deprem anında hafıza kaybı yaşayarak sokaklarda gezen depremzedeler için ihbarla- rı değerlendirilmesi önerisinde bulunuyoruz.”
Bu insani öneriye TBMM’nin nasıl yanıt verdiğini bir başka kayıp yakınından (S.G) aktaralım. Oğlunu bulmak için yaklaşık bir yıldır gecesini gündüzüne katan, in- san-üstü çaba harcayan S.G;
“Arayışlarımız sonuç vermeyince Ankara’ya TBMM’ye gittik. 11 ilin milletvekilleri ile görüştük. Bu görüşmeler- de kayıplarımızın bulunması için komisyon kurulmasını talep ettik. Bu öneri TBMM’de milletvekilleri tarafından oylandı, fakat kabul edilmedi”
Kaybolan gelecek
Kayıplarla ilgili en vahim durum da kaybolan çocuk- lar. Öldüler mi, kaçırıldılar mı bilinmiyor.
“Bu insanların 11 aydır çalmadıkları kapı kalmadı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na buradan seslenmek isterim; bu akut dönemde bir ‘Alo 183 hattı’ kurulmuştu. Burada ne ka- dar ihbar var? Ne kadar bulunan çocuk, birey var, bunları açıklasınlar. Hatay’da 122, Kahra- manmaraş’ta 18, Adıyaman’da 3, Malatya ve Gaziantep’te 1 kardeşimiz kayıp. Eğer çocuklar veya bireyler kayıp değilse biz buradan sorarız. Rönesans’taki 2 yaşındaki Esila, 1 yaşındaki Mehmet Akif nerede? 3 yaşındaki Alya Dua Kı- lıç nerede? Bu kayıplarla ilgili hem dernek hem
de yakınlar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı daha geçen hafta arıyorlar ama telefona ses yok. Bu vicdan- ları sızlatan mesele değil mi? Neden bununla ilgili bir ça- lışma masası kurmuyoruz? Ailelerin, 11 aydır istedikleri şey, bir kabir.”
Depremde kaybolan çocuklara yönelik araştırma öner- gesi, AKP ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedil- di. Böyle bir önergenin neden reddedildiğini ve önerge- ye hayır oyu verenlerin acımasızlığını anlamak mümkün değil. Öte yandın kaybolanlar yakınlarını arayan aileler için zaman daralıyor. Kayıplar için bir yıl dolduğunda ka- yıp statüsünden çıkarılacaklar.
Yakınları kaybolan aileler, 1 Şubat 2024 tarihinde yap- tıkları basın açıklamasında 38’i çocuk olmak üzere 145 kayıp vakasının kendilerine ulaştığını söylediler. Kayıp yakınları, 6 Şubat’ta çocuklarının gaip sayılmamasını ve araştırma komisyonunun kurulmasını talep ettiler.
Aileler bu açıklamayı, dönemin Çevre ve Şehircilik Ba- kanı, şimdinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Ada- yı Murat Kurum’un bir televizyon kanalında “Depremde 130 bin insanımız can verdi” beyanından bir gün sonra yaptılar. Her ne kadar Kurum bu açıklama-
Belki de bilinmesi istenmiyor, araştırıl-
mak istenmiyor. Konuyla ilgili mecli- se 23.01.2024 tarihinde bir araştırma önergesi verildi. Önerge sahibi İYİ Parti Antalya Milletvekili Aykut Kaya, önerge görüşmesinde şunları söyledi:
“Bizi en çok üzen konuların başında kendilerine ulaşılamayan, tespiti yapı- lamayan birçok vatandaşımızın ve ço- cuklarımızın olması… Depremin doğası gereği elbette can kayıpları yaşanabi- lir… Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki
Deprem bölgesinde devletin boş bıraktığı alanlardan biri de depremde refakatsiz kalan çocuklardır. Bu alanı cema- atler ve tarikatlar dolduruyor. Ancak depremde kaybolanları ailelerine kavuşturmak için değil, ailelerinden tamamen koparmak için.
yı daha sonra reddetse de bu açıklama çok önemlidir. Çünkü 6 Şubat depremlerinde resmi verilere göre 50.783 kişinin hayatını kaybettiği açıklanmıştı.
Kaybolanlar bulunmadan bu ateş sönmeyecek
Deprem felaketinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen yakınlarına hiçbir bi- çimde ulaşamayan yurttaşların arayışı sürüyor. Tüm ülkeyi yasa boğan Kahra- manmaraş merkezli depremlerin ardından
devletimiz deprem sonrası yapılması
gereken bütün konularda sınıfta kalmıştır. Yeterli arama kurtarmayı zamanında yapmamıştır. İnsanlar enkazın al- tında donarak susuz kalarak donarak hayatını yitirmiştir. Bir de buna kayıp çocuklar konusu eklendi… Depremde bu çocuklarımız yaşamlarını da yitirmiş olabilir. Ancak öncelikle bu çocuklarımızın kaçırılıp kaçırılmadığını, in- san ticaretine konu olup olmadığını devletimizin ciddi bir şekilde araştırması gerekir. 1999 depreminden sonra da benzer sorunları yaşadık. Bazı çocuklarımızın istis- mar edildiği, kaçırıldığı yönünden haberler hatta isimleri medyada yer aldı.”
Mecliste önerge üzerine söz alan Cumhuriyet Halk Partisi Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara ise yaptığı konuşmada düşüncelerini şöyle ifade etti:
kaybolan yakınlarını arayan depremzedelerin acısı hiç dinmiyor. Yakınları kaybolan aileler özellikle çocukların ve kadınların kaçırıldıkları ihtimalini düşünerek büyük acı yaşıyorlar.
Binlerce kişi hâlâ mezarlıkta, hastanelerde, sevgi ev- lerinde ve hatta akıl hastanelerinde çaresizce sevdikle- rini arıyor. Depremin ardından büyük bir koordinasyon- suzluk yaşandı. Ancak depremin üzerinden bir yıl geçti. Bu aşamadan sonra kaybolanlara dair yetkililerin inkâr politikası ve acılı ailelerin taleplerine karşı duyarsızlıkları “Devletin yeni deprem politikası kötülük mü” sorusunu sormamıza neden oluyor.
Belirsizlik hiçbir şekilde sönmeyen bir ateştir. İçinde genç, yaşlı ve çocuk olan belirsizlik ateşi hem aileleri hem de insanlığı yakmaya devam ediyor.
Toplanan paralar nerede?
Depremin ardından Türkiye’ye uluslararası yardımlar akmaya başladı. Bu yardımların nasıl kullanıldığı ve kul- lanılmakta olduğu, şeffaflık geleneği olan bir hukuk dev- letinde derhal yayınlanır ve ilan edilirdi. Türkiye’de böyle bir yönetim geleneği maalesef yok. Bilgi edinme kapsa- mında yaptığımız CİMER başvuruları da yanıtsız kaldı.
Türkiye’yi yönetenler özellikle akçeli işlere “devlet sır- rı” muamelesi yapıyor. Bu nedenle de bir türlü gerçek
bilgilere ulaşılamıyor. Mali işleri yönetenler, yaptıkları harcamaların sorgulanmasından hoşlanmazlar. Ama her yurttaş kendisini yönetenlere şu soruyu sormakla yü- kümlüdür: “Deprem nedeniyle toplanan yardım paraları nasıl ve nereye harcandı.” bu sorunun cevabını bilmek her depremzedenin hakkıdır. Şimdiye adar yetkililer bu soruya tatmin edici bir cevap veremediler.
Biz de açık kaynaklardan yardım paralarının nerelere harcandığını bulmaya çalıştık. Deprem için ne kadar yar- dım parası toplandı, toplanan yardım paraları depremze- deye ulaştı mı sorularına cevap bulmaya çalıştık.
Depremin henüz ikinci haftasında 15 Şubat 2023 ta- rihinde ‘Türkiye Tek Yürek’ deprem bağışı kampanyası başlatıldı. Show TV, ATV, FOX, Kanal D, Kanal 7, Star TV, TRT 1 ve TV8 ekranlarında yayınlanan ‘Türkiye Tek Yürek’ deprem yardım kampanyasında; saat 02:54’te açıkla- nan miktara göre; 115 milyar 146 milyon 528 liralık ba- ğış toplandığı açıklandı. Deprem yardım kampanyasında SMS bağışı ise 9 milyon 10 bin adete ulaşmıştı. Bir SMS 50 lira olarak hesaplanıyor.
Depremin ardından sayısız kurum bağış kampanyaları yürüttü. Ne kadar para topladıklarını yalnızca yetkililer biliyor. Ancak AFAD 02.01.2024 tarihinde internet say- fasında bağış hesabına 125.727.290.482 lira geldiğini açıkladı. Bu paranın büyük kısmı Şubat 2023 tarihinde geldi. O zaman ki dolar kuru 20 lira civarındaydı. Bağış hesabındaki para dolar cinsinden yaklaşık 6.2 milyar do- lar ediyor.
Buna karşılık devletin afetzedelere yaptığı nakdi yar- dım toplamda 42.778.739.000 lira. Bu rakamın içinde hasar tespitine dair ödeme, kira ve tahliye ödemesi ve vefat başına yapılan ödemeler de yer alıyor. Nakdi olma- yan, yani çadır, konteyner ödemesi, gıda ve hijyen pa- ketleri ile Esenkart ödemelerini içeren barınma giderleri için yapılan ödeme ise 30.658.703. 312 lira.
Nakdi ve barınma giderleri için devlet tarafından ya- pılan toplam ödeme miktarı 73.437.442.312 lira. Yöne- ticiler depremzedelere bu harcamaları depremden aylar
sonra yapmaya başladı. Bu harcamaların Haziran ayında yaptığı varsayıldığında o zaman ki dolar kuruna göre dev- let depremzedeler için yaklaşık 3.1 milyar dolar harcama yapmış.
Resmi açıklamalara göre bağış hesabına gelen para- nın neredeyse yarısı hala devleti yönetenlerin elinde. Depremzedelere doğrudan yapılması gereken ve devleti yönetenlerin hiç katkısının olmadığı bir paradan söz edi- yoruz.
Yönetenler neden bu parayı depremzedelere harca- madı?
Yönetenler bağış hesabından gelen paranın geri kala- nını ne yaptı?
‘Duble yollara gitti’
Marmara depreminden sonra toplanmaya başlanan ve özel iletişim vergisi adı verilen deprem vergilerinin ne olduğuna dair sayısız polemik yaşanmıştı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın paylaştığı bütçelerden her sene ne kadar özel iletişim vergisi toplandığını takip etmek müm- kün.
Resmi verilere göre 2003- 2022 arasındaki 20 yıllık AKP ik- tidarında toplanan deprem ver- gisinin 86 milyar 138 milyon lira olduğu açıklanmıştı. Dolar kuru ile hesaplandığında bu rakam 36,5 milyar dolar ediyor. AKP döneminde toplanan deprem
vergisinin ne olduğu sorusuna ise o zamanın ve şimdinin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek paraların “duble yollara” gittiğini söylemişti.
Bu lakayıt yanıt hem devlet ciddiyetiyle bağdaşmıyor hem de açıkça suç itirafıydı. Özel İletişim Vergisi (ÖİV) adıyla deprem amacıyla toplanan vergi ile depreme da- yanıklı konutlar inşa edilmeliydi. Deprem için toplananı ancak depreme harcamaları gerekirdi. Başkaca bir amaç- la kullanılması yasaktı. Ne yazık ki AKP iktidarı bu devasa bütçeyi de eritmişti.
Peki 6 Şubat depremlerinin ardından değişen bir şey var mı?
Dünya’dan Türkiye’ye yardım aktı
Deprem nedeniyle sadece bir bağış hesabına gelen paralara yukarıda yer vermiştik. Ancak halktan ve başka ülkelerden toplanan paralar da var;
- MTV dâhil çıkartılan dolaylı deprem vergileri
- Uluslararası yardım kuruluşlarından gelen
Örneğin Avrupa Birliği (AB), 6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler nedeniyle Türki- ye’ye 400 milyon Euro yardım etti.
- Aynı şekilde 6 Şubat’ta yaşanan depremlerin ya- rattığı yıkım ve toparlanma ile yeniden inşa süreçlerine ilişkin öncül değerlendirmeler, ilkeler ve önceliklerin ele alındığı Avrupa Konseyinde bulunan kurumlar ve ülke- ler, Türkiye ve Suriye’ye ayrı ayrı bağışlarını açıklamış ve iki ülke için toplam 7 milyar Euro toplamışlardı. Bu paranın 6 milyar 50 milyonu Türkiye’ye, 950 milyonu ise Suriye’ye aktarılacaktı. Düzenlenen yardım toplantısına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan video mesajla ka- tılmıştı. Dönemin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, konuya dair yaptığı açıklamada, Türkiye’ye aktarılacak paranın 4.3 milyar Euro’su uygun kredi olarak uluslararası finansal kuruluşlar ve yatırım bankaları tarafından sağlanacağını vurgulamış ve geriye kalan 75 milyar Euro’nun ise hibe olarak verileceğini duyurmuştu.
- Anadolu Ajansı depremden on gün sonra; 16 Şubat 2023 tarihinde körfez ülkelerinden toplanan nakdi ve ayni yardımlar için bir haber yaptı. Bu habere göre yine yüz milyonlarca dolar nakdi ve ayni yardımlar Türkiye’ye gönderilmiş.
- Birleşmiş Milletlere Kalkınma programı (UNDP) ve bağlı kuruluşlar Uluslararası Çalışma Örgütü ( ILO), Ulus- lararası Göç Örgütü (IOM) , BM Nüfus Fonu (UNFPA), BM Mülteci Örgütü (UNHCR ) ile BM Çocuklara Yardım Fonu (UNİCEF) deprem nedeniyle on milyonlarca dolar nakdi yardım yaptılar. Bu kuruluşlar ayrıca sahada yıl boyunca çeşitli yardım faaliyetlerini sürdürdüler.
- Tüm bunlara irili ufaklı bağış hesapları, devlet hazi- nesinden aktarılanlar, salınan dolaylı vergiler, enkaz iha- lelerinden elde edilen gelirler, özel şirketlerin katkıları ve özellikle Kızılay gibi afet sırasında afetzedelere verilmek zorunda olunan gelirler dikkate alındığında devleti yöne- tenlere devasa bir bütçeyi yönetme imkânı
Kızılay çadır sattı
1868 yılında kurulan Kızılay Kurumu Türkiye’nin en eski ve en köklü kurumlarının başında geliyor. Depremin ilk günlerinde insanların açıkta dondurucu soğuklarla ya- şam savaşı verdi. Başta çadır ve battaniye olmak üzere insanların yaşamsal ihtiyaçları karşılamak zorunda olan Kızılay’ın depremzedelere verilecek çadırları sattığı gün- deme bomba gibi düştü. Kötü gün dostu olması gere- ken Kızılay, dostluk bir yana düşmana dahi yapılmaması gereken katışıksız bir kötülükle karşımıza çıktı. Kızılay’ın Kahramanmaraş merkezli depremlerin üçüncü gününde
başkanlığını Haluk Levent’in yaptığı Ahbap derneğine 2 bin 500 çadır sattığı iddiası karşısında Kızılay Başkanı Kerem Kınık Meclis Deprem Araştırma Komisyonuna su- num yaptı ve satışı itiraf etti.
Kızılay Başkanı Kınık meclis komisyonundaki beyanın- da Uluslararası Göç Kurumu için üretilen çadırların dep- rem olunca Ahbap için iktisadi kuruluş satışı yapıldığını aktarmıştı. Kınık, “Bana sorsalar bunu yapmazdım.” ifa- delerini de kullanarak günah çıkarmaya çalıştı.
‘Kan parası değil işlem ücreti’
Kızılay hakkındaki tek iddia bu değildi. Kızılay, AKP ik- tidarında adeta ticari bir kuruluşa dönüştürülmüştü. Kı- zılay’ın Kahramanmaraş merkezli depremler sonrasında, yüzbinlerce insanın ihtiyaç duyduğu, konserve gıdaları da başka kurumlara sattığı ortayı çıktı.
Kızılay’a karşı tepkiler çığ gibi büyürken bu nadide kurum bir konuda daha gündeme geldi. Kan dondurucu bu iddia, Kızılay’ın bağışçıların kanının parayla satmasıy- dı. Bu iddia, kana en çok ihtiyaç duyulan bir zamanda, Kızılay’ın kan satışına yaptığı zamla ortaya çıktı. Kızılay, kan satış iddiasına yanıt olarak “kanın kendisi için değil yapılan işlemler ve lojistik maliyeti” adına ücret alındığı söyledi.
Vatandaştan çok alan ama ona az veren devlet
“Veren el alan elden üstündür” derler. Ülkemizi yöne- tenler bu atasözünü unutmuşa benziyorlar. Vatandaştan her fırsatta ‘alan ele’ olan devlet, iş vatandaşa hizmete geldiğinde bir türlü ‘veren el’ olamıyor. Yönetenler, dep- remzedelere verilecek çadırları, gıdaları ve hatta kanı bile satma cüreti ve vicdansızlığını gösterdiler. Yöneten- ler deprem suçları işlemekle kalmamış, bu afeti rant elde etmek için bir fırsata çevirmişler.
Yardım dağıtımında adaletsizlik
Kahramanmaraş merkezli depremlerde en ağır tahri- batı hiç kuşkusuz şehrimiz Hatay yaşadı. Hatay, hem can hem de mal kaybı açısından diğer 10 ilin toplamının ya- rısı kadar etkilendi.
AFAD’ın Temmuz ayı verilerine göre Hatay’da vefat sayısı 23.453. Bu sayıya kayıplar ve henüz kimliği tes- pit edilmeyenler dahil değil. Bağış hesabında toplanan paralardan vefat başına 100 bin tl ödeme yapıldığı du- yuruldu. Buna göre Hatay’a 2.345,000.000 TL ödeme yapılası gerekirdi. Yine AFAD’ın açıklamasına göre Ha- tay’da vefat edenlerin yakınlarına 1.635.099.000 TL ödeme yapıldı. AFAD, Hatay’da vefat edipte ikametgâhı Hatay’da olmayanlara ödeme yapılmadığını açıkladı. Bu konuda ikametgâh ayrıntısının neden önemli olduğun anlamak mümkün değil. Yıkık, acil yıkılacak, orta ve az hasarlı konutlar için yapılan ödemelerde, ev sahipleri ile bu binalardaki kiracılara yapılan kira yardımlarında hem ikametgâh hem de tapu kayıtlarına dair belgeler esas alındı. Böylece on binlerce insan nakdi yardımlara en fazla ihtiyaç duyduğu bir zamanda geç ulaştı. Bazı yurt- taşlarımız da hiç ulaşamadı. Depremzedeler bir yandan kayıplarının acısını yaşarken bir yandan da bürokratik engelleri aşmak için uğraştılar. İnsanlar, geçici yetkilendi- rilmiş devlet kuruluşlarının kuyruklarında perişan edildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023 yılı Nisan ayında yaptı- ğı açıklamada, depremzedelere 1 yıl boyunca kira yardı- mı yapılacağını belirtmişti. Konutları yıkık, acil yıkılacak, ağır hasarlı ve orta hasarlı ev sahiplerine aylık 5000, ki- racı olanlara ise aylık 3000 TL. kira yardımı yapıldı. Ancak bu konuda da hak sahiplerinin tümüne yardımlar yapıla- madı. Bürokratik engeller burada da karşımıza çıktı. Bu dönemde kira bedelleri deprem bölgesinde 15-20 katına çıkarken devletin verdiği kira yardımı sembolik hale gel- di.
12 Ocak 2024 tarihi itibarıyla, depremzedelere verilen kira yardımı kesildi. Depremzedelere kalıcı veya geçici konutları sağlayamayan yöneticilerin hangi gerekçeyle kira yardımlarını kestiği izah edilememektedir. Kira yar- dımları için devletin kasasından 1 kuruş çıkmazken, ba- ğış hesaplarında daha 10-15 yıl kira yardımını sürdüre- bilecek kadar para var. Bu durumda sembolik düzeydeki kira yardımını kesmek adaletsizlik olduğu kadar insan vicdanına sığmayacak bir uygulamadır.
Depremzedelere verileceği söylenen eşya parası hiç verilmezken, karşılanacağı ifade edilen zararları karşılan- mazken, üstüne üstlük yaraya merhem olmaktan uzak kısmi nakdi yardımları da ilk fırsatta kesmek çağdaş ve insani bir yönetim anlayışı değildir.
Neticede depremzedeler bürokratik bir bataklığa sü- rüklenmiş ve devleti yönetenler depremzedelere veril- mesi için gönderilen yardım paralarını kasasında tut- muştur.
Depremzedelere harcanmak için açılan bağış hesa- bındaki paraları depremzedelere harcamamışlar. Dep- remzedelerin üzerinden nakdi ve ani olanaklarını art- tırmışlar. Maalesef ‘afet zenginleri’ yaratan bir yönetim anlayışının uygulamalarına tanık oluyoruz.
28 Şubat 2023 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki yazısında Gazeteci Murat Ağırel, depremzedeler dondu- rucu soğukta yaşam mücadelesi verirken, çadır satmasıyla gündeme gelen Kızılay’ın kendisine gelen ikinci el eşyaları da sattığını açıkladı. Kızılay’ın ne hale geldiğini anlatması açısından yazıyı aynen aktarıyoruz.
Çocukken Kızılay kolu baş- kanı olmak için verdiğim mü- cadeleyi hatırlıyorum. Başkan olduğumda aldığım sorumlu- luğu biliyordum. Birine yardım edecektim. Kahverengi saman kâğıttan yapılmış zarfın içine yardım toplar, öğretmenimize teslim ederken yaşadığım o
hazzı anlatamam. Gözbebeğimiz gibi baktığımız kurum ne yazık ki ticaretha- neye dönüştü.
TÜCCARLIKLA MEŞGULDÜ
Cumhuriyet’te Kızılay’ın AHBAP’a çadır satışını yazdım. İnsanlar canı ile uğraşırken sırf bugünler için yardım et- tiğimiz kurum “Ticaret yapmamıştır” diye düşündüm. Ancak doğruymuş. Kızılay, yurttaş çadır beklerken tüccar- lıkla meşgulmüş. Özetle, Kızılay stokla- rında 40 bin çadır vardı. Sağdan soldan 14 bin daha geldi. Toplam 54 bin çadırı AFAD’a verdiler. Ancak üretim tesisin- den de AHBAP’a 46 milyon TL’lik çadır sattılar. Haluk Levent, FOX TV’de Kızı- lay’dan konserve barbunya ve fasulye aldıklarını da açıkladı. Yanlış duyma- dınız. Zaten yazımın içinde bu bilgiyi
de vermiştim. Doğrulanmış oldu. Ayrıca Kızılay, elindeki stokları ve gönderilecek yar- dımları cemaat, tarikat vakıf ve derneklerine kullandır- mış. Bu yardım kuruluşları tüm ihtiyacı Kızılay’dan ve AFAD’dan alıp duyarlı halk- tan da “Yardım yapıyoruz”
diyerek para topluyor.
ŞİRKETLER DE ALDI
Burada asıl mesele Kızılay. Kızılay başkanı yaptığı açıklamada “AHBAP almasaydı AFAD’a verecektik çadırla- rı” dedi. Peki sadece AHBAP’a mı çadır satmışlar? Hayır. En zor zamanımızda soğukta tir tir titreyip çadır ararken Kızılay elindeki çadırları “maliyetine” başka kurum ve şirketlere de satmış! TEB, yani Türk Eczacılar Birliği depre- min ilk günü bölgede konuşlanmaya çalıştı. Konteyner, çadır aradı. Bulama- dı. Kızılay’a sordu. Kızılay, “Bizde çadır var” dedi ve pazarlık başladı. Ne yazık ki TEB, 5 adet 76 metrekare çadırı 800 bin TL bedel ile satın aldı. Bakın, böl- gede yardıma muhtaç insanlara ücret- siz ilaç dağıtacak olan kamu kuruluşu
tanesi 160 bin TL’ye Kızılay’dan çadır alıyor. Sadece bu kurumlar mı? Mesela Fransız Michelin lastik firması yardım için çadır almış tanesi 19 bin TL’den, OPET de tanesi 19 bin TL’den almış. Ar- çelik 100 adet çadır almış 2 milyon 242 bin TL ödemiş. Sadece çadır mı? Hayır efendim. Kızılay başka ne satmış? Hani gönderdiğimiz ikinci el eşyalar var ya. İşte onları da satmış!
HESAP VERECEKSİNİZ!
Kızılay’ın 2021 faaliyet raporuna göre 2019 yılında 1 milyon 2020 yılın- da 759 bin ikinci el eşya satmış! Yöne- tim kurulu üyeliği ile birlikte 98 bin TL maaş alan genel müdür ve 76 bin TL maaş alan genel müdür yardımcıları- nın yönettiği Kızılay! Çok yazık, çok… Yani AHBAP ya da başka bir yardım kuruluşu yana yakıla çadır aramasa veyahut bu paraları vermese demek ki Kızılay elindeki çadırları satmak için bekletecekti. Gidip kendi gözlerimle gördüğüm ağzı yüzü kanayarak öksü- ren çocukları umursamayıp çadır gön- dermeyecekti. Sadece Kızılay değil, dahası var. Hesap vereceksiniz derken şaka yapmıyordum.
Çocuklar
Hatay yaralarını sarmaya çalışıyor, yerle bir olmuş bir şehri yeniden kurmak için ellerinden geleni yapıyor. Hatay halkı, çocukların, yaraları iyileştirici etkisi olduğu- na inanır. 6 Şubat depremlerinin ardından Hatay halkı “umudunu korumak” için çocuklarına sarıldı.
Aynı duyarlılığı devleti yönetenler gösterdi mi?
Depremin fiziki ve psikolojik etkileri çocukları derin- den etkiler. Toplumun en savunmasız kesimi çocukların, ağır şekilde yaşadıkları deprem travmasının yıllarca sü- receğine işaret eden uzmanlar çocuklara özel bir planla- ma ve müdahale etmenin gerekli olduğunu belirtiyorlar. Çocuklar algılayamadıkları ve anlayamadıkları olaylar karşısında farklı tepkiler ve reaksiyonlar verebilmekte, günlük rutinleri bozulmakta ve bu durum onların psiko- lojik açıdan yaralanmalarına neden olmaktadır. Deprem sonrası büyüklerin yaşadığı kaygılar depremde etkilenen
çocuklara daha derin şekilde yansıyor. Çocuklar bir anda o küçük omuzlarının taşıyamayacağı ağır bir yükle karşı- laşıyor.
Deprem zaten toplumun belirli bir kesimi için büyük kayıplara neden olan, toplumdaki bireylerin baş etme kapasitelerini aşan durum olarak tanımlandığına göre; çocukların içinde bulunduğu ortamın ağırlığı konusunda bir fikre sahip olmak mümkün.
Derneğimiz Ağustos ayında İskenderun Konteyner kentler ortak alanında yaşları 4 ile 17 olan çocuklar için Yaz Okulu düzenledi. Yaz okulunda alanında uzman gö- nüllü öğretmenler depremin çocuklar üzerindeki etkile- rini şu şekilde aktardılar;
Çocuklarda depremin ardından gerçekleşen “psiko- lojik şok” etkisinin uzun sürdüğü, ortalama iki gün sür- mesi gereken bu sürecin artçı depremler nedeniyle bir aya yayılmış. Çocukların arasında psikolojik şok sırasın-
da fizyolojik tepkiler gösteren, halüsinasyonlar gören ya
da katılaşma durumu yaşayanlar var. Ayrıca çocuklarda odaklanma problemi yaşayan ve yaşlarına göre uyumlu olmayan bir unutkanlık hali belirlemişlerdi.
Yaz okuluna kayıt yapan 200 çocuğun neredeyse tü- münde depremden sonra yaşananlara dair tepkisel bir tutum gelişmiş. Kimisi içine kapanarak sessizce kayıpları- nın yas sürecini yaşarken, kimisi sinirlilik, odaklanamama ve aşırı hareketlilik içinde yaşadıkları yıkımı atlatmaya ça- lışıyorlar. Alanında uzman gönüllüler, çocuklara “hayalle- rinizi kağıda çizin” ödevi verdiğinde bir çocuk depremde kaybettiği yakınlarını meyve veren bir ağaç olarak çizdiği görüldü. Bir başka çocuk, maddi durumları iyi olmadı- ğı için, istediği bir şeyi bakkaldan alamayan, depremde kaybettiği babasının resmini çizdi. Ebeveynlerini kaybe- den bir çocuğun hayalleri olmayacağı için resim kağıdını boş bırakanda vardı, uğradığı şiddeti resimleyende.
Özetle çocukların sosyal anlamda yalnız kalmak iste diklerini, etkinliklerden akranlarından kaçmaya çalıştık- larını ve sürekli geçmişteki güzel günlere yönelik hayaller kurduklarını gördük. Gözlemlediğimiz en belirgin tepki ise; gelecekten endişe duydukları için yaşça daha küçük- müş gibi davranarak büyümek istememeleri oldu.
Ailelere ve çocuklara sağlanması gereken psikososyal destek yönetenlerin ciddiye almadıkları, umursamadık- ları bir alan olduğunu görüyoruz. Diğer tüm alanlarda ol- duğu gibi devletin bu konuda da bir planının olmadığını üzülerek gördük. Depremi yaşayanlar psikososyal destek alamadıkları için yaşadıkları travmayı atlatmaları yıllar sürecek.
Uzmanlar, afet sonrasında çocukların almak zorunda kaldıkları sorumlulukların bir başka tramvaya yol açtığı- nı, eğer bu travma zamanında iyileştirilmezse çocukları hayatları boyunca etkiliyeceğini belirtiyorlar. Önce Ço- cuklar ve Kadınlar Derneği hazırladığı raporda, bu trav- mayı ‘ebeveynleşme’ olarak tanımlıyor ve bunun aynı zamanda bir çocuk istismarı olduğuna dikkat çekiyor.
Derneğin hazırladığı rapordan aynen aktaralım;
“ Görüştüğümüz kız çocuklarının neredeyse tamamı- nın öncelikli talepleri temizlik malzemesi, bebek bezi ve maması oldu. Ebeveynleşme olarak tanımlanan bu du- rum, çocuklarda kardeşlerin bakımını, evin işlerini üst- lenme, aile fertlerinin psikolojik hallerini dengelemeye çalışma gibi etkiler barındırmakta, gelecekte çeşitli psi- kolojik bozukluklara zemin hazırlayabileceği gibi, aslında ebeveynin ebeveynlik sorumluluk ve görevlerini yerine getirmemesi sebebiyle, durumun ciddiyetine göre çocuk istismarı sayılmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri yüzün- den kız çocuklarında daha sık rastlanması aşikar olan bu durumu kız çocuklarıyla olan diyaloglarımızda çokça de- neyimledik.
11 yaşında anne baba ve iki kardeşiyle yaşayan bir kız çocuğu ‘’Ne yapayım… Kardeşimin bezini değiştiricem mesela ıslak mendil olmadan nasıl temizleyeyim.‘’; 13 yaşında başka bir kız çocuğu, ‘’Annemle anlaştık bir sel de o temizleyecek çadırı sonraki selde ben.’’; 7 yaşında bir diğer kız çocuğu, ‘’Annem eskiden toz işine gidiyordu (temizlik) şimdi evler de kalmadı. O bahçelerden meyve topluyor ben kardeşime bakıyorum.’’ Öte yandan evin annelerinin koşullarını göz önünde bulundurduğumuzda görevi temizlik, çocuk bakımı gibi işleri tek başına üst- lenmek zorunda olan kadınlar için barınma alanlarında bu görevler artarak devam etmektedir. Kız çocuğu an- nenin en büyük yardımcısı görevini üstlenmek zorunda kalmaktadır. Bir anne, ‘’İyi ki kızım var. Kız olmasaydı işim daha zor olurdu. Ben bahçeye limon toplamaya gidiyo- rum, büyük kız küçüğe bakıyor. Mecbur bakacak ben tek başıma nasıl yapayım.‘’
Ebeveynleşme erkek çocuklarda da gözlemledik. Oku- lu çoktan unutmak zorunda kalmış erkek çocuklar bir an önce çalışmaya başlamak istediklerini, başka çarelerinin olmadığını belirttiler. Meyve toplama gibi tarım işçiliği- ne ek olarak enkazlardan demir toplayıp satma işinin bölgede yaygın olduğunu söylemek mümkün. ‘’Babam inşaatlardan demir toplamaya gidiyor evin başında ben duruyorum.‘’ İnşaatlardan hurda demir toplama işinin şüphesiz ayrı bir başlık altında incelenmesi gerekir. Ni- tekim bu işin büyük firmalara ihalelerle devredildiği- ni biliyoruz. Bulunduğumuz süre içerisinde sokaklarda özellikle gece vakti polis, zabıta gibi herhangi bir kolluğa rastlamadık fakat zabıtaların hurda toplayan insanları ve çocukları darp ettiğini gördüğümüzü, bildiğimizi belirt- mek isteriz.”
Ülkemizde tüm çocuklara, afetler, afetlerde neler ya- şanacağı ve neler yapılabileceğine yönelik eğitimlerin verilmesi ve bu konuda pratik uygulamalar yapılması ge- rekiyor.
Deprem ve sonrasında yaşananlardan dolayı çocuklar tarifsiz acılar yaşadılar. Yönetenlerin depremin birinci yılında Hatay’da çocukları korumak konusunda çok ye- tersiz kaldığını görüyoruz. Oysa çocuklarımız Hatay’da umudu yeşertecek ve hayatlarımızı yeniden inşa edecek gücü kazanmamızı sağlayacaktır. Unutulmasın ki biz Ha- tay’lılar çocuklarımıza sarılarak iyileşiriz.
Kadınlar
Depremin birinci yılında her yaştan kadınlara özel bir parantez açmak gerekiyor. Kadınlar kendilerine özgü fiziksel sorunların yanında, sosyal yıkım yaşamalarına yol açan sorunlarla baş başa kaldılar. Bir dizi kadın ör- gütünün depremden sonra kadınların sorunlarını çöz- meye yönelik çalışmalarına sahada tanık olduk. Ancak başka konularda olduğu gibi, devletin kadınlara yönelik deprem sonrası politikalarında da bir plan ve bütünlük göremedik. Kadınlar için Türkiye’de yaşamak her zaman zor olmuştur. Depremden önce yaşadıkları sorunlara deprem sonrası yeni sorunlar eklendi. Çünkü afetler, kadınları erkeklere göre daha fazla etkiliyor. Kadınların deprem öncesinde maruz kaldığı eşitsizlikler, deprem ve sonrasındaki şartlar nedeniyle daha da derinleşiyor.
Arama kurtarma çalışmaları sırasında çocuklarına sa- rılarak hayatını kaybeden çok sayıda kadına rastlandık. Elbette çocuklarına sarılan sayısız baba da vardı. Ancak kadınların sayıca daha fazla olduğu, çocuklarını hayatta tutmak için canlarını hiçe sayan bir refleksle hareket et- tikleri çok sayıda fotoğraf gördük ve kişisel deneyim din- ledik.
Arama kurtarma çalışmalarında kurtarılan kadınların mahremiyetini koruma konusunda hassasiyet gösteril- medi. Ne yazık ki ekranlarda ve sosyal medyada da aynı
duyarsızlığın vardı. Bu konuda arama kurtarma ekiple- rinin ve toplumun “kadınlar” konusunda bilgilenmesi- ni sağlayacak eğitimlerin çok eksik olduğu depremin ilk günlerinde ortaya çıktı.
Depremin ardından kadınlara özgü hamilelik, bebek bakımı, regl dönemi, doğum kontrol, ev içi şiddet, taciz ve tecavüz gibi bir dizi konuda danışacakları bir kadın masası dahi kurulmadı. Geçici yaşam alanlarında aylarca bu konularda adım atılmadı. Aradan geçen bir yıl içinde ne yazık ki kadınların zorunlu ihtiyaçlarını birimler hala mevcut değil.
Devlet adına hareket edenlerin yapması gereken ya- şam ve hijyen koşulları açısından yaşanabilir bir ortam
hazırlama görevi yine kadınların sırtına yüklendi. Geçici konaklama alanlarında imkansızlıklar içinde kadınların olağanüstü çabalarına tanık olduk. Çocuklarının riskleri- ni azaltmaya yönelik çabalarının yanında çadır ve kon- teynerleri yaşamaya elverişli hale getirmek gibi ağır bir iş yüküyle karşı karşıya kaldılar. Ev işleri nerede olursa olsun, çadırda, konteynerde veya tarlada olsun devam ederken depremin yarattığı yükü de taşıdılar. Bu dönem- de hastalandılar, yaralandılar ve hatta öldüler. Yıl boyun- ca salgın hastalıklarla mücadele ettiler.
Deprem sonrasında çocuk ve kadınların ihtiyaçları olan malzemelerin gelen yardım kolilerinde yeterince yer almaması, hijyen ihtiyacının ikinci plana atılması ka- dınların yaşadığı diğer bir problem olarak karşımıza çıktı.
Aylarca banyo dahi yapamaya, kadın olmaktan ve hatta nefes bile almaktan utanır hale gelen kadınlara rastladık. E.D. “depre- min birinci haftası dolduğunda yaşadığımız çadırda kendimden tiksinir hale geldim, içme suyu dışında suya hiç erişemedim ve kendimi biraz temiz hissetmek için saçlarımı kazıttım. Nefes alır olmaktan utanır hale gel- dik” derken M.Y. “ reglsiniz, tu- valet yok, elinizi yıkayacak su ve sabun yok” diyordu. Bu beyan- ların münferit olmadığı bir anda evsiz kalan yüzbinlerce kadının olduğunu vurgulamak isteriz.
Yardımların dağıtılma nok- tasında ise erkeklerin konuyu
Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği 21 Ağustos ile 21 Eylül tarihinde Hatay’da saha çalışması yaptı. 26.10.2023 tarihinde yayınlanan rapora göre kadınlara yönelik danışmanlık verdikleri konularda aile içi
fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddetin arttığını kaydettiler. Dernek bu raporadra, 35 aile içi tecavüz vakasını incelemiş. 35 kadından çadır ve konteynerde cinsel ilişkiye zorlanan 26 kadın varken, çocukların yanında cinsel ilişkiye zorlanan 16 kadın (% 45) tespit etmişler. 35 kadının 26’sı (%74) ise bir başkasının cinsel ilişkiye zorlandığına dair duyuma sahip olduklarını söylemişler.
kadınların yaşadığı toplumsal cin- siyet eşitsizliği derinleşiyor. Yöne- tenler, afet sırasında ve afet sonra- sında cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıracak uygulanabilir planlara sahip olmalıdır.
Deprem bölgesindeki kadınlar, deprem travması ve korkusu, yal- nız bırakılmışlık duygusu, çaresiz- lik, şiddet ve gelecek belirsizliğine bağlı psikolojik sorunları olduğunu sık sık dile getirmektedir.
Toplu yaşam alanlarında kadın- ların kendine ait özel alanlara ihti- yaç var. Kadınların bir arada oturup yaşadıklarını paylaşabilecekleri, depremin travmasını atlatmalarına destek olacak sosyal alanları bu-
‘’gurur, erkeklik’’ meselesi yaptıklarını, yardım almaya gitmediklerini, kadınları ve çocukları gönderdiklerini göz- lemledik. Yardım dağıtma şeklinin insan onurunu zede- leyecek şekilde olmasının yanında birçok kadın gereksi- nimlerini ifade edecek ortam bulamadıklarını anlatırken geçici yerleşim alanlarının kalabalık olmasından dolayı tuvalet ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlandıklarını vurguladılar. Kültürel alışkanlıklar, kadınların ihtiyaçlarını yüksek sesle dile getirememesi sonucunu doğurabiliyor.
Resmi rakamlara göre depremden etkilenen üreme çağındaki kadın sayısı 4.1 milyon. Kadınların tahminen 226 bini hamile ve Mart 2023’te 25 bin kadının doğum yapması bekleniyordu. Sadece hamile kadınlar açısından dahi durumun vahameti ortada.
Afetlerle birlikte toplumsal cinsiyet eşitsizliği ortadan kalkmıyor. Depremden bir ay sonra üç çocuklu bir anne ev içi şiddete uğradı. Darp raporu almak istediğinde ev- lerle birlikte devlette çöktüğünden bu raporu alamadı. Arkadaşlarıyla birlikte ilerde ihtiyaç olur diye tutanak tuttular.
Depremin birinci yılında kadınların cinsiyet eşitsizli- ğinden kaynaklanan sorunlarına, deprem sonrası özel sorunlar da eklendi.
Geçici barınma alanlarında, kadınlar açısından, iş yükü, güvenliği ve sağlığı bakımından önemli zorluklar ve sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle her yaştan ka- dının, güvenli alanları olmadığı için, şiddete ve istismara uğradığı adli kayıtlara yansıdı.
Eğitim
Depremden sonra Hatay’da tatil edilen okullar 24 Ni- san’da açıldı. Ancak 24 Nisan’da sadece anaokulu ve birinci sınıf öğrencileri okula başladı. Hiçbir hazırlık ya- pılmadan açılan okullara veliler çocuklarını göndermek istemediler. Binaların hasarlı olması, toz ve asbestten, toplu ulaşım olmaması gibi nedenlerden bazı veliler ço- cuklarını okula göndermediler.
Hatay’ın 7 ilçesinde deprem okul binalarını etkiledi. Bazı okullar yıkıldı, bazı okullar ağır hasar gördü. Kimi okullarda öğretmen sayısı öğrencilerden fazlaydı. Örne- ğin, Antakya ve Defne ilçelerinde sadece iki okul hasarsız-
dı. Eğitim fiili olarak ancak Eylül ayında başladı. Söz konu- su ilçelerde okulların eksikleri halen tamamlanmış değil.
2 Şubat 2024 tarihinde, basına yansıyan bir haberde Samandağ’da Fen Bilgisi öğretmenliği yapan E. D.’nin depremin birinci yılında eğitimin içinde bulunduğu duru- ma dair şu tespitleri yapıyor;
“Eğitim ile ilgili yaşadığımız sorunlar yine katlanarak artıyor. Mesela, halen konteynerlerde eğitim gören ço- cuklarımız var. Konteynerlerde eğitim görmesiyle birlikte, derslerin yarım saat olduğu ama deprem görmemiş yer- lerde derslerin 40 dakika olduğu ve tüm bu eşitsizlikler- le birlikte aynı çocukların, aynı sınava gireceği eşitsiz bir düzlemle karşı karşıyayız. Depremzede öğrencilerin LGS ya da üniversite sınavlarına hazırlıkla ilgili iktidarın, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir çerçeve çizmesi, planlama yap- ması gerekiyor.”
Yöneticilerin, afet sırasında ve afet sonrası eylem plan- larının olmadığını 6 Şubat depremlerinden sonra yaşaya- rak deneyimledik. İki konuyu bu plansızlığa ve yönetenle- rin yaşananları asla algılamadığına dair empati eksikliğine örnek olarak seçtik.
Depremzedelerden kayıt parası aldılar
Yetkililer kayıt parası, harç ve ne ad altında olursa ol- sun depremzedelerden asla para alınmayacağını açıkladı- lar. Ancak fiiliyatta depremzedelerin gözünün yaşına bak- madan yeni kayıt döneminde kayıt parasını çeşitli adlar altında aldılar.
Antakya’daki depremzede bir veli, iki çocuğunu ilko- kula kaydettirmek istedi. Kayıt formunda okul aile birli- ği hesap numarasını gören veli, gerekçesini sordu. Okul müdürünün ise “temizlik, güvenlik ve benzeri amaçlı malzemeler için bağış yapılması gerektiğini” söylediği, “bağış yapılması durumunda öğrencinin hem güzel bir sınıfa hem güzel bir öğretmene verileceğini” belirttiği id- dia edildi. Konteyner Kent’te kalan depremzede yaptığı
5.000 liralık banka dekontunu basınla paylaştı.
Görüleceği üzere siyasi iktidar depremzedelerin ya- şamsal ihtiyaçlarını düzenlemekten aciz bir idare sergi- lerken depremzedelerin yasalara aykırı olan icraatlarla ezilmesini seyretti.
Deprem “İstisnai bir durum” değilmiş
Hataylılar’ın eğitim alanında karşılaştığı bir başka so- run ise, eğitim yılı içinde çocuklarının eğitim giderlerini karşılamaya gücü yetmeyen yurttaşların önemli bir kesi- minın açık liseye yönelmesi ya da yönlendirilmesi oldu.
Depremzede yurttaşlarımız onca sorunla uğraşırken ayrıca bürokrasiyle de boğuşmak zorunda kaldı. Yetkili- ler, çocuklarını “açık öğretime” kaydetmek isteyenlerden ‘konteyner kentte kaldığına dair bir belge’ getirmesini talep etti. Deprem bölgesinde yaşayanların eğitim mas- rafını en azından deprem bölgesindeki inşa süreci bitene kadar karşılaması gereken devlet, kendi yaralarını sarmak için bazı çözümler üreten yurttaşını engellemenin çabası- na girdi. Sadece istisnai durumlarda açık öğretime
Ek kontenjan kandırmacası
ÖSYM üniversiteye hazırlanan öğrencilere, deprem bölgesindeki üniversiteler için, özel üniversiteler hariç
%25 ek kontenjan ayırdı. Bu kontenjan sadece deprem bölgesinde devlet okulları içindi ve çok yetersizdi. Zaten depremzede öğrencilerin önemli bir kısmı göç etti. En bü- yük göç Hatay’dan yaşandı. Diğer illerden Hatay’a gelen öğrencilerin büyük bir kısmı şehri terk ettiler.
Bu durumda depremde en çok hasar gören illerin öğ- rencilerine ülkedeki tüm üniversiteler için ek kontenjan ayrılmalıydı. Üstelik sadece devlet üniversitelerinde değil özel üniversitelerde de (Vakıf) burslu öğrenci kontenjanı arttırılmalıydı. Ek kontejan, depremzede öğrencilere özel olarak sağlanan ayrıcalıkmış gibi gösterilse de aslında al- datmacadan başka bir şey değil.
Depremzedeler kaderine terk edildi
Eğitim-Sen Hatay Şubesi eğitim-öğretim konusundaki sorunlara dikkat çektiği bir basın açıklaması yaptı. Yapı- lan basın açıklama haberlere şu şekilde yansıdı;
“Hatay’da depremin üzerinden 7 ay geçmesine rağ- men Hatay’ın özel afet bölgesi ilan edilmesi gerektiğini vurguladıktan sonra, bölge halkının da kamu emekçileri- nin de kaderine terk edildiğini belirtti Okulların açılaca- ğı tarih aylar öncesinden belli olmasına rağmen, eğitim öğretim ilgili yeterli hazırlıklar yapılmadığını kaydettikten sonra “Öğrencilerimizin hangi okulda eğitim göreceği, okula nasıl gideceği, okulların hasar durumları, eğitim emekçilerinin barınmaları ile ilgili belirsizlikler hepimizin kaygılarını artırmaktadır” diye konuştu. Öğretmenlerin aylar öncesinden konteyner talep etmelerine rağmen hala bu talebin gerçekleşmediğini söyleyen şube başkanı birçok meslektaşının çocukları ile beraber zor durumda kaldığına ve muhatap bulamadığına dikkat çekti.
Artan enflasyon ve zamlardan dolayı halkın alım gü- cünün gittikçe düştüğünü, yoksullaşmanın arttığını kay- deden Eğitim-Sen Hatay Şube Başkanı Özgür Traş, şöyle konuştu: “Geçen yıl akaryakıt fiyatları bu kadar pahalı değilken kısa mesafe servis ücretleri 500-600 TL civa- rındaydı. Bu yıl hem servis araçlarının sayısının azalması hem de akaryakıt fiyatlarının artmasından dolayı velile- rin servis ücretlerini karşılaması olanaksız hale gelmiştir. Ulaşım, kırtasiye, giyim, yemek gibi birçok giderin hem depremden etkilenmiş hem de gün geçtikçe daha da yoksullaşan velilerin sırtına yüklenmesinin öğrencilerin öncelikle okul devam etmelerini zorlaştıracağı ve sonra- sında bu devamsızlıkların okul terkine dönüşeceği aşikâr- dır. Traş, resmi kurumların, okul binalarını boşaltmasını, Hatay’ın özel afet bölgesi ilan edilmesini, öğrenci ve eği- tim emekçilerinin ulaşımlarının ücretsiz karşılanmasını ve öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek verilmesini talep etti.. Üniversiteler dahil olmak üzere her yaşta eğitim ça- ğındaki nüfus okullara gidemedi.”
Hatay’da depremin 1 yılı geride kaldığında hayat nor- male dönemedi. Eğitim bu illerde sağlıklı ve düzenli hale getirilemedi. Deprem sonrası koordinasyon problemleri devam etmektedir. Merkezi düzeyde veya bölgesel dü- zeyde bir eğitim planlaması yapılmamıştır. Bütün planlama Yetersiz kadro ve yetersiz derslikler sebebiyle sınıflar birleştirilerek ders işlenmek zorunda kalınmıştır. Bölgede konteyner ve çadır sınıf sayısı yetersizdir. Yetersiz kadro ve yetersiz derslik sebebiyle özellikle YKS’ye hazırlanan
- sınıflara adil ve yeterli bir eğitim sunulamamıştır.
Tarikatlarla kapı aralandı
Resmi rakamlara göre depremin vurduğu 11 ilin 10’unda 3 milyon 250 bin öğrenci bulunmaktadır. MEB’in Mart 2023 sonunda yaptığı açıklamaya göre 252 bin 829 öğrenci başka illere nakil hakkını kullanmıştır. Bu rakam baz alınıp, çadır ve konteynerlerdeki eğitime katılma oranı da hesaplandığında 2 milyon civarında öğrencinin eğitim almadığı ya da düzenli olarak eğitime katılmadığı ortaya çıkmaktadır. Özellikle sınavlara hazırlanan öğren- cilerin test kitabı dahi ihtiyacı karşılanamamıştır.
Son olarak deprem bölgesinde okul öncesi eğitim baş- ta olmak üzere genel olarak tüm eğitim kademelerinde devletin yarattığı bir boşluğa tanık olduk. Bilerek ve iste- nerek bu alan boşaltılmış ve tarikat ile cemaatlere cirit atacakları imkânlar yaratılmıştır. Milli Eğitim Bakanı Sivil Toplum Kuruluşu dediği tarikatlarla övünerek protokoller imzaladığını mecliste itiraf edince yaratılan boşluğun ne- deni de ortaya çıkmaktadır.
Nitekim Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası (TÖB-SEN) deprem bölgesindeki sorunlara ilişkin hazırladığı rapor- da “depremin ardından bölgede eğitim faaliyetlerinin aksadığına vurgu yapıldı. Mayıs itibarıyla bazı okulların faaliyete geçtiğine ancak sürecin etkin bir biçimde yö- netilmediğine işaret edilen raporda, “İktidar, eğitimde boşluğu cemaat ve vakıflar üzerinden yürütmeyi tercih etti. Böyle olunca da çadır ve konteyner kentler, cemaat ve dini vakıfların nüfuz artırma konusunda ideal bir alan olmuştur” denildi. Aynı raporda “depremin yarattığı yı- kım ve psikolojik travmaların, çocuklar gençler üzerinde yarattığı olumsuz etkilerini giderecek psiko-sosyal destek hizmetleri yerine “manevi destek” adı altında cemaat mensuplarına bırakıldığına vurgu yapıldı. Söz konusu ra- porda, “Okul çağındaki çocuk ve gençler için okul orta- mı en önemli sosyal yaşam alanıdır. Her gün televizyon ekranlarında ve sosyal medyada deprem görüntülerine şahit olan, yardım çığlıklarıyla karşılaşan ve evdeki eriş- kinlerden deprem konuşmalarını dinleyen çocukların ya- şadığı endişe ve travmayı dikkate alırsak manevi destek veya dini sohbet adı altında yapılanların hepsi acıların suiistimal edildiğini göstermektedir” ifadeleri yer aldı.
Engellier
Gönüllü ekibimizle birlikte 6 Şubat depremlerinin ardından Hatay’da depremzedelerin ihtiyaçlarını karşı- lamaya yönelik faaliyetlerde en çok zorlandığımız konu- lardan biri kuşku yok ki çifte mağduriyet yaşayan deza- vantajlı gruplardı. Engelliler ve onların refakatçileri bu grupların başında geliyordu. İhtiyaç hissedilen yaşamsal malzemelerin dağıtıldığı alana gelemeyen, bedensel ve zihinsel engelli yakınlarını bırakamayan, tahrip olan ced- de ve sokaklarda ilerleme imkânı dahi bulunmayan in- sanların çokluğu karşısında büyük bir çaresizlik ve ülkeyi yönetenler adına tarif edilemez bir utanç yaşadık.
Engelsiz Dünya Federasyonu, 6 Şubat depremlerinde Hatay’da en az 220 engellinin enkaz altında kalarak ha- yatını kaybettiğini açıkladı. 23 Şubat 2023 tarihli raporda “depremden Hatay’da bulunan yaklaşık 200.000 engel- linin 30.000’i doğrudan evleri yıkılarak veya ağır hasar alarak, 100.000’i dolaylı olarak evleri orta ve hafif hasar görerek etkilenmişlerdir. Hatay’da 200.000 engelli bire- yin tamamı psikolojik olarak depremden oldukça etkilen-
diklerini” tespit ederek yetkililerin soruna odaklanması- nı talep etmişlerdi.
Aradan geçen bir yıl içinde engelliler için, sayıları önemli oranda arttığı halde, devleti yönetenlerin hiçbir şey yapmadığını, yaşanan trajik olaylara gerektiği gibi müdahale edemediğini tanık olduk.
Devletin deprem öncesinde hazırlamış olduğu ve deprem sonrasında uygulanacak engelliler için bir afet ve afet sonrasına dair planı yoktu. Engellileri yok sayan zihniyet arama kurtarma çalışmalarında ulaşılmasındaki zorluklarla başlamış, afetin ardından ihtiyaç malzeme- lerine ve sağlık hizmetlerine erişimdeki imkânsızlıklarla sürdürülmüş, depremin ardından geçen 1 yılın sonunda geçici barınma alanlarında yaşayabilmeleri için ihtiyaç duydukları koşulların sağlanmamasıyla devam etmiştir. Diğer bir ifadeyle devleti yönetenler deprem öncesinde, deprem sırasında ve deprem sonrasında engelli yurttaş- lara dair bir planlamaya sahip değildi.
Hâlihazır durumda geçici konaklama yerlerinde kal- mak zorunda kalan engellilerin duygusal tepkilerinin önemli ölçüde arttığı, korku ve panik içinde oldukları re- fakatçilerince ifade ediliyor.
Yüzde 99 engelli çocuğuyla çadırda yaşayan F.G. kendi- siyle yaptığımız görüşmede şöyle dedi;
“Swabaha kadar çığlık atıyor. Engelli maaşını yıllar önce kestiler. Bana verilen bakıcı maaşı artık hasta bezi- ne yetmiyor. Onu bırakıp içme suyu alamıyorum” diyor.
Hatay’ın Antakya ilçesinde çadırda engelli kardeşiyle yaşayan S.B. “Kardeşim depremden 38 gün sonra ilk defa ısınarak uyudu” dedi.
Engelli kardeşi ile yaşayan M.K. ise toplu ulaşım araç- larının hiç birinin engellilere uygun olmadığını belirtirken İskenderun’da açık tek hastanenin dağ eteğinde oldu- ğunu ve kardeşini oraya götürdüğünde yaşadığı eziyeti uzun uzun anlattı
%99 engelli oğluna evden ara sıra çıkması için yıllar önce araç aldığından engelli maaşının kesildiğini anlatan B.S.: “Üç yıl önce aracımızı da sattık. Maaş halen bağlan- madı. Araç olmayınca depreme kadar evden çıkmadık. Depremde çocuğumu taşımak için komşular yardım etti- ler. Artçı depremlerde onu taşıyamayacağım için elektri- ği ve ısıtması olmayan çadırda aylarca yattık.”
Defne, TOKİ AFAD Geçici Konaklama Merkezi, Ha- tay’daki 186 konteyner kentten biri. Yoğunlukla engelli- ler bu konteyner kentte bulunuyor. Engelli depremzede- ler ise konteyner kentte standart yerleştirilen kabinler ve ekipmanların kendilerine uygun olmadığını belirttikleri halde ihtiyacı karşılayacak tedbirlerin alınmadığını be- lirtiyorlar. Diğer geçici konaklama alanlarında kullanılan ekipmanların, tuvalet ve duşluların engellilerin ihtiyaçla- rını karşılamaktan çok uzak.
Ayrıca engelli bireylerin ve ailelerinin deprem sonrası duygusal travmaları daha ağır yaşadığı, bu konuda ge- rekli psikolojik desteğin sağlanmadığı, tespit, takip ve planlamanın yapılmadığını özellikle vurguluyorlar. Ara-
dan geçen 1 yıl içinde geçici konaklama yerlerinde engel- liler için uygun yaşam alanları oluşturulamadığı gibi en- gellilerin ihtiyaçları da belirlenemedi. Engelli yurttaşların önemle vurguladıkları önlemleri şu şekilde sıraladılar;
Engelli bireylerin, yetkililer tarafından ihtiyaç tespitle- rinin hızlıca yapılması ,
Geçici konaklama alanlarında kalan engelli vatandaş- ların ulaşım ve sağlık hizmetlerine erişimini sağlayacak önlemlerin alınması,
Depremde çöken alt yapı inşa edilmemiş, depremde tahrip olan yollar köstebek yuvasına dönmüştür. Cadde ve sokakların, park ve bahçelerin engelli yurttaşların kul- lanacağı dikkate alınarak düzenlenmesi,
Geçici konaklama alanlarında kullanılan ekipmanların engelli yurttaşların kullanımına uygun olması,
Halihazırda görece yoksulluğun daha yüksek olduğu engelli bireye sahip ailelere ekonomik destek sağlanma- sı,
Erişilebilir, engelsiz kentlerde erişebilir ve engelsiz ya- şamak için “herkes için tasarım” kurallarına göre yaşam alanların inşa edilmesi,
Deprem sonrasında yıkılan evlerin yerine yapılan tüm binaların engelli bireylerin ihtiyaçlarına uygun olarak inşa edilmesi,
Toplu ulaşım araçlarının engellilerin kullanabileceği şekilde düzenlenmesi
Deprem nedeniyle eğitim süreci kesintiye uğrayan bireylerin eğitim sürecine dahil edilmeleri, entegre sü- recinin başlatılması, psikolojik destek imkanı yaratılması gerekmektedir.
Hatay’da yok sayılan dezavantajlı grupların, yani en- gelli yurttaşlarımızın, çocukların ve kadınların taleplerini önceleyen bir yönetim anlayışı en çok ihtiyaç hissedilen bir taleptir. Yönetim kademesindeki her birey yaşam alanlarını her ihtiyaca göre düzenlemek zorunda olduğu- nu unutmamalıdır.