Sevgili okurlarım! Siyaset sözcüğü 14. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlamıştır. Eş anlamlısı ‘politika’ olan sözcük ise 20. yüzyıldan itibaren yaygınlaşan bir sözcüktür. Siyaset, genel anlamıyla; insanları yurttaşlık düzeyinde etkilemektir. Her döneme, her topluma göre etkileme biçimleri farklılık gösterir. Bunun için her yerde seyir eden siyaset anlayışı farklıdır.
Aslında siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sıfatıyla ilgili özel görüş ve anlayıştır. Devlet etkinliklerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esasının bütünüdür.
Siyasetin oluşumu ve gelişimi eski Yunan’a kadar dayanıyor. Halkı ikna etmek için her zaman siyasete başvurulmuş ve bu doğrultuda güçler kendi istediklerini yaptırmışlardır.
Peki, neden siyasi görüşümüz var? Çünkü hepimiz bu dünyanın ve ülkenin mensuplarıyız. Birlikte hayal kurduğumuzda, hayallerimizi gerçekleştirmek için çalıştığımızda siyasi oluyoruz. Tabi fikirlerimiz samimi ise. Rant için siyaset yapanlar konumuz dışındadır.
Örneğin benim fikrim şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olmasını istiyorum. Biliyoruz ki, zengin olsak ve onlara çok servet bıraksak bile çocuklarımızın geleceği güvende değil. Yarın hangi fırtınaların kopacağını, hangi paranın pul olacağını bilemeyiz. Geçmişte 2000 işçi çalıştıran; fabrikası, yatı, yalısı olan ama şimdilerde küçük bir Bağ-Kur maaşıyla yaşamını sürdüren arkadaşım var. Şu sıralarda da kanserle boğuşuyor!
Egemen sınıflar bize bunun kader olduğunu söyleyerek, kendi yaptıkları konusunda Tanrı’ya iftira atıyorlar. O halde öyle bir düzen olmalı ki, kimse işsiz kalmasın, açlık korkusu yaşamasın. Herkes yeteneğine göre okuyabilsin. Herkes sağlık hizmeti alabilsin ve sağlıklı evlerde barınabilsin. Bu benim siyasi fikrim, hayalimdir. Ucunda kişisel bir ödül beklemiyorum…
Bu uğurda devletten çok çekenler, işkence görenler, işkencede ölen ya da sakat kalan arkadaşlar var. Ama fikirler ölümsüzdür! Cennete gitme hayalimiz de yok. Üstelik hayalimizdeki bu düzenin biz hayattayken gerçekleşeceğine de inanmıyoruz. Bu gerçeği idam sehpasına başı dik çıkan Deniz Gezmiş ve arkadaşları da biliyordu. Ama biz insanlığı kendi parçamız olarak görüyoruz. Çünkü çocuklarımız geleceğimizdir!
Siyasi fikirlerimizi uzun ve meşakkatli emeklerle elde ederiz. Onları geliştirmek, yeni bilgilerle sınayıp düzeltmek için yüzlerce kitap, binlerce makale okuruz. Fikirlerimizi sık sık tartışıp doğruluğunu sınamaya da çalışırız.
Antik Yunan’da tartışmak için meydanlar yapılır, yurttaşlar gelip o meydanlarda tartışırdı. Aristoteles, Ksenophon, Sofokles, Epikür, Eflatun ve Sokrates’in ortaya çıkmasını sağlayan da bu meydanlardır. Ama bazen bu meydanlarda siyaset değil de, örneğin; Pers ordularının işgaline karşı varlığın nasıl korunacağı konuşulurdu. Bu durumda, sürekli çatışan Atina ve Sparta bile bir araya gelirdi. Siyasi, felsefi ayrılıklar bir yana bırakılır, oturulur, birlikte konuşulurdu. Atina olmayacaksa, nasıl yönetileceğinin de anlamı yoktu.
Şimdi öyle bir dönemdeyiz ki, siyasi görüşlerimizi koruyarak, toplumun her kesimi olarak ülkenin kurutuluşuna odaklanamıyoruz. Yanımızda, çıkarcıların leş kargaları gibi üşüştüğü Suriye örneği var. Oysa Suriye, daha düne kadar İsrail ve ABD’nin çekindiği bir ülkeydi. Filistin davası için gidenler, Suriye’de eğitilip, silahlandırıldıktan sonra EL-Fetih mücadelesine katılıyordu. Son 8 yılda, Suriye’nin 1 milyon yurttaşı bombalar altında ölmüş, 11 milyon yurttaşı da komşu ülkelere sığınmıştır. Hala ders alıp ‘birlik’ olmanın vakti gelmedi mi?
Bu kaptan kimseyi dinlemek niyetinde değil! İçinde bulunduğumuz gemiyi dalgalı denizde kayalara doğru götürüyor. Kayalara çarpmadan demokrasiye ve hukuka geri dönmeliyiz. Yeni ve gerçek demokrasiyi inşa etmeye mecburuz.
Aslında anayasamıza göre; siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Basın hürdür, sansür edilemez. Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
Ama Türkiye’de korku siyaseti hepimizi yoruyor! Hiç gecikmeden bu ülkeye özgür ve adil günleri getirmeye mecburuz. Basın özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldır8malıyız. Öyle bir demokrasi kurmalıyız ki, herkesin sesi duyulsun. İktidarı eleştirmek suç olmasın. Bu ülkenin gerçek gazetecileri, haber müdürleri, genel yayın yönetmenleri, yazarları, muhabirleri tutuklanmasın. Bu ülkenin dürüst ve cesur gazetecileri susturulmasın! Daha birkaç gün önce, gazeteci ve yazar Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Murat Ağırel’in tutuklanması, ifade özgürlüğüne açık bir baskı ve gözdağı değil de nedir?
Yeter artık! Türkiye’de siyaset de, gazetecilik de suç olmasın! Çünkü bizler adalete susamış, demokrasiye inanan ve Atatürk’ün açtığı yoldan ilerleyen lekesiz Türkleriz. Ve bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz!