Türkiye’de yaklaşık iki yüz yıldır devam eden bir ‘modernleşme’ olgusu var. Bu modernleşme olgusu, sadece ideolojik bir olgu değildir. Bu olgu sadece laikleri veya solcuları değil; dindarları, muhafazakârları, milliyetçileri ve herkesi etkileyen bir olgudur.
Bu olgu tarihin seyriyle uyuşan bir olgudur. Bu nedenle tolumun bütünü ne halde olursa olsun, sınırlı sayıda bir aydın topluluğu, son iki yüz yıldır, Türk modernleşmesine ön ayak olabiliyor. Bu gün Türkiye’de gerek gelir, gerek eğitim, gerek kültür, gerekse yaşam tarzı bakımından Batı Avrupa ülkelerindeki orta tabakadan aşağı kalmayan belki 8-10 milyon insan yaşıyor.
Türkiye bütün tarihi boyunca en iyi yetişmiş, en kültürlü, en modern nüfusa bugün sahiptir. Bugün Türkiye’de üniversite mezunlarının oranı, belki Cumhuriyetin ilk devirlerindeki okuma yazma bilenlerin oranından yüksektir. Bu Türkiye’de doktora sahiplerinin genel nüfusa oranı, belki Cumhuriyetin ilk döneminde ortaokul mezunu oranından daha yüksektir.
Bugün Türkiye’de Batı Avrupa ve ABD üniversitelerinde okumuş kişilerin genel nüfusa oranı, Cumhuriyetin başında yabancı dil bilenlerin oranından çok daha yüksektir.
Vasıflarını beğenin veya beğenmeyin, bunlar modern insanlardır. Gelirleri, harcamaları, yaşam tarzları da Batılılarla kıyaslanabilir nicelik ve niteliktedir. Bunların dedelerine değil, pek çok bakımdan Avrupalılara benzedikleri söylenebilir.
Türkiye’de tabir caizse ‘uyuyan bir seçmen’ var!
UYUYAN SEÇMENİ UYANDIRMAK!
Türk seçmeni uzun zamandır uykudadır. Çünkü onun için önemli olan yaşam tarzıdır. Yaşam tarzının sağlanması ve sürdürülmesi de büyük ölçüde eğitimden, iyi bir iş sahibi olmaktan ve para kazanmaktan geçiyor. Bunda da başarılı oluyor. Gündeminde siyaset yoktur. Çünkü kendisini tehdit altında hissetmiyor.
Ancak son birkaç yıldır işler değişmiştir. Demokrasi eksikliği ve özellikle hukuk güvenliğinin zayıflaması iyi yetişmiş kitlenin yaşam tarzını da tehdit eder hâle gelmiştir. Neticede bu iyi yetişmiş kitle, demokrasinin ve hukukun ekmek su gibi bir değer olduğunu, bu değerler olmaksızın, elde ettiği modern yaşam tarzını uzun vadede koruyamayacağını, demokrasi olmazsa sahip olduğu refahın dahi kalıcı olamayacağını görmeye başlamıştır.
Türkiye’nin uyuyan seçmenini AKP, birkaç yıldır izlediği yanlış politikalar sayesinde uyandırmak üzeredir. Seçmen uyarınsa, AKP seçmeni uyandırdığına bin pişman olacaktır. Seçmeni uyandıracak şey, AKP’nin baskı politikalarının yarattığı korku atmosferidir.
Türkiye’de siyasetten uzak duran kitlenin, yani seçmenin, uykudan uyandırılması için çok elverişli bir hukukî ortam var. Bu ortam, AKP tarafından artık gereksiz yere sürdürülen olağanüstü hâl rejimidir. Bu rejimin sürmesinin ülke genelinde korku algısının sürmesine ve seçmenin uyanmasına mükemmel bir şekilde zemin hazırladığı ortadadır.
İşte uyuyan kitleyi uykudan uyandıracak şey, bu kendi işinde gücünde olan insanların gelecekten endişe duymaya başlamış olmalarıdır. İlave edelim ki, demokrasiyi tehdit eden güçlerden sadece sol eğilimli kişiler değil, sağ eğilimli kişiler de nasibini alıyor.
Aslında hukuk güvenliğinin olmadığı bir yerde, kimin, ne zaman ve nasıl zarara uğrayacağının önceden bilinmesi mümkün değildir. Bugün iktidarın en yakınında olanlar bile yarın kendilerini tehdit altında hissedebilirler.
İLK SEÇİMLERDE İKTİDAR DEĞİŞEBİLİR!
Türkiye’de uzun yıllardır aktif siyasetten uzak duran kitle, tabir caizse ‘uyuyan seçmen’ uyanırsa, muhtemelen öncelikle muhalefet partilerinin lider kadrosunu değiştirecek veya bu partilerin yerine yeni partiler kuracaktır. Bu safha tamamlanırsa, muhtemelen ilk seçimlerde AKP iktidardan düşecektir.
AKP’nin bu süreçte izleyebileceği en akılcı politika, baskı politikasından vazgeçip 2002’deki kuruluş felsefesine dönerek uyuyan kitlenin tekrar uykuya dalmasını sağlamaya çalışmaktan ibarettir.
Çünkü geçtiğimiz 16 Nisan 2017 referandumundaki yüzde 48,6 oranında ‘hayır’ oyu, CHP sayesinde değil, bu sessiz kitlenin, tabir caizse uyuyan seçmenin kıpırdamasının yarattığı rüzgâr sayesinde elde edilmiştir. Referandumda dengeleri sarsmaya seçmenin uyanması değil, kıpırdanması bile yetmiştir.
Birikmiş bir kuvveti harekete geçiren kuvvet, her zaman o kuvvetten daha küçüktür. Asıl sorun, sessiz kitlenin başarılı olup olamayacağı sorunu değil, gerçekte bu kitlenin aktif siyasete girme cesaretini gösterip gösteremeyeceği sorunudur. Bu cesareti gösterirse, başarılı olacağından şüphe yoktur.
Türk siyasal tarihi adeta karşılıklı bir intikam alma tarihidir. Son yıllarda sağ, soldan intikam almaktadır. Uykudan uyanan seçmen, intikam almak için iktidara gelmemelidir. İntikam süreci devam edecekse, Türkiye’ye hiçbir zaman demokrasi gelmeyecektir. Uyanan seçmen, intikam almak için değil, demokrasiyi kalıcı olarak tesis etmek için iktidara gelmelidir.
İktidara gelecek olan seçmen, ahlâki ilkelerle hükmetmeyecekse, iktidarın değişmesinin Türk demokrasisine sağlayacağı bir yarar olmayacaktır. Böyle bir iktidar değişiminin personel değişiminden başka bir anlamı olmaz. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, personel değişimi değil, zihniyet değişimidir!